Devlet çocukları öldürür mü?


Danıştay 8. Dairesi, YÖK'ün üniversiteye girişte farklı katsayı uygulanmasına ilişkin 17 Aralık 2009 tarihli kararının yürütmesini oy birliğiyle durdurdu. Ancak Danıştay'ın bu kararını oybirliğiyle almış olmasının, ne yazık ki, toplumdaki karşılığı karara kesinlik veya güçlülük duygusu katan bir algıya yol açmıyor. Aksine bu kadar tartışmalı, kendi önceki kararlarıyla bu kadar tutarsız bir kararı alabiliyor olması Danıştay'ın ilgili dairesinin nasıl belli bir zihniyete sahip insanlar tarafından hiçbir "sızma"ya imkân vermeyecek şekilde "kapatılmış" olduğunu hissettiriyor sadece. Çok değil, daha dört yıl önce katsayı uygulamasına dair bir itiraza karşı "bu konuda yetkili YÖK'tür, bana sormayın" mealinde bir karar vermişti Danıştay. Bugün konuyla tamamen ilgisiz olan İstanbul Barosunu önce taraf kabul ederek, ardından bu işgüzar tarafın başvurusunu kabul ederek YÖK'ün üniversitelere girişte katsayı düzenleme yetkisini sınırlayabileceğine hükmetti. Bu kadar tutarsız, kamu vicdanını bu kadar derinden yaralayan bir kararın oybirliğiyle alınabilmiş olması bu yüksek yargı üyelerinin seçiminde kadrolaşmaya imkan tanıyan kapalı devre bir yapının varlığını açıkça ele veriyor. Kararlarını "Türk milleti" adına veren yargı organının Türk milletinin hissiyatından ve değerlerinden bu kadar uzak kalabilmesi düşündürücüdür. "Kendi milletini düşman gören ordu" deyiminin Türkiye'de kullanılabiliyor olmasına karşı Genelkurmay başkanı Org. İlker Başbuğ Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı'ya tepkisini dile getirmiş. Bu anlayıştan haberdar olup rahatsız olmamak mümkün değil tabi, Başbuğ'un bu rahatsızlığı hanesine olumlu olarak kaydedilebilecek bir tepkidir. Ama bu deyimin veya algının kaynağı olarak taa Johns Hopkins'te yayımlanmış bir kitapta geçen bir ifadeye gitmeye gerek yok ki. Azıcık halkın tarafından baktığında Türkiye'de 28 Şubat'tan beri uygulanan bütün politikaların halkı kendine düşman gören bir anlayışın ürünü olduğunu net bir biçimde görür. Bunu görmek için Amerika'da yayımlanmış bir kitapta saklanmış bir cümleden ilham almak gerekmiyor. Adını "irtica" diye koyduğunuz tehdidin giderek hiçbir mütedeyyin insanı dışarıda bırakmayan bir sathi taarruz hedefine dönüştüğünü görmemek mümkün müdür? MGSB'nde kendi vatandaşını düşman olarak kodlayan bir anlayışın olduğunu gözünüzü kapatsanız da görmezden gelemezsiniz, yoruma bile gerek yok. İsterseniz o kadar uzağa gitmeyelim, konumuza dönelim yeter. YÖK'ün 28 Şubat döneminin ürünü olan katsayı uygulaması bu halkın yüzbinlerce çocuğunu, gencini diri diri toprağa gömen bir uygulamaydı. Yüzbinlerce genç bir gecede bütün hayatlarını karartan bir kararla, telafisi mümkün olmayan bir şekilde eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Bu kararın eğitim kalitesinin yükseltilmesi endişesiyle hiçbir ilgisinin olmadığını herkes biliyor. Amaç sonuçta bu halka ait olan milyonlarca insanı kapsayan bir dışlama ve mahrumiyet alanı oluşturmaktan başka bir şey değildi. Bugünkü YÖK, katsayı uygulamasının ancak "yönlendirme maksadıyla", mahrumiyet değil teşvik unsurları içerebilecek şekilde düzenlenebileceğini iddia ediyor ki, doğrusu da budur. Oysa eski katsayı uygulamasının bir yönlendirme veya orta ve yükseköğretim aşamaları arasında bir süreklilik ve destek sağlayıcı bir çizgiyle zerre kadar alakası yoktu. Amaç meslek liselerinden ve belli liselerden mezun olanların hiçbir şekilde üniversite okuyamamalarını sağlamaktı ve 11 yıldır bunu başarıyordu. Bu başarı meslek liselerinin tamamen körelmesine, ülke kaynaklarının tamamen çarçur edilmesine yol açıyordu. Açıkçası bu, ancak bir savaşta, düşman olarak bilinen güçleri veya mevzileri tahrip etme düşüncesiyle başvurulabilecek bir yoldu. "Devlet çocuk öldürür mü?" diye bizi salak yerine koyarak soruyorlar.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

<< Önceki Haber Devlet çocukları öldürür mü? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER