Abdüllatif Şener, dolaylı edindiği bilgilere göre, genelkurmay başkanının
telefonla görüştüğü başbakana “Elbette, tabii ki ziyaret etmesi lazımdır, ben gerekli talimatı veririm” dediğini, ardından Emine Erdoğan’ın GATA’ya girdiğini iddia etti.
Maşallah, iyi sallamış.
Hadisenin nasıl cereyan ettiğini anlatalım da kimse Şener’in durumuna düşmesin, işkembe-i kübradan atmasın, atarsa da destekli atsın.
Nejat Uygur, 2007 yılı
Eylül ayında GATA’ya kaldırılıyor.
Başbakan Erdoğan, ziyaret ediyor ama eşi
türban yasağına takılıyor.
Konu, 29
Kasım 2007 tarihinde başlayan ve iki gün süren Yüksek Askeri
Şura (YAŞ) toplantısında gündeme getiriliyor.
Genelkurmay Karargahı Çakmak Salonu’nda yapılan toplantıda iki
sivil var. Başbakan
Tayyip Erdoğan ve
Milli Savunma Bakanı Vecdi
Gönül...
Diğerleri, üniformalı.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Kara
Kuvvetleri Komutanı
İlker Başbuğ başta olmak üzere tüm kuvvet, ordu, donanma, akademi ve eğitim komutanları toplantıda...
Kısa süre önce, 30 Ağustos’ta orgeneralliğe
terfi eden 3.
Ordu Komutanı
Saldıray Berk, Ege Ordu Komutanı
Necdet Özel,
Harp Akademileri Komutanı
Hasan Aksay ve
Donanma Komutanı Oramiral
Eşref Uğur Yiğit ise ilk kez şurada yer aldı.
Geçen Pazartesi günü
AK Parti Genel Merkezi’ndeki milletvekilleri istişare toplantısında anlatılanlara göre; Başbakan Erdoğan, GATA’daki türban ayıbını işte bu toplantıda gündeme getirdi.
Özetle şöyle dedi: “Vergilerle kurulmuş ve sağlık hizmeti veren bir müessesede
hasta ziyaretinin başörtüsü gerekçesiyle engellenmesini bir başbakan olarak kabul edemem.”
Mealen cümle böyle veya buna y
akın...
Yaşar Büyükanıt: “Askeri hastanelerde
kural böyle, görevliler kuralı uygulamışlardır.”
İşte, kıyametin koptuğu an, o andır. Başbakan, “Kaldırın o zaman o kuralı” diye başlayıp “okkalı” bir konuşma yapıyor. Tansiyon bir anda yükseliyor.
Hani başbakanın USAK’taki toplantıda “Konuşursam bunu ülkem kaldırmaz” dediği örneklerden biri, bu YAŞ’ta yaşananlardır.
Toplantının ayrıntıları, bir
Ergenekon sanığının arşivinde istiflenmiş veya günlük olarak belki bir gün çıkar, bilemem, ama toplantının şahitleri ortada.
En başta, şimdi Genelkurmay Başkanı
olan, 3 yıl sonra Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Keşke olmasaydı” diyen
İlker Başbuğ...
Ha, bu arada unutmadan, Sayın Şener, sen hangi telefon görüşmesinden söz ediyordun?
Abdullah Bey olmadı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
Hindistan gezisi sırasında yaptığı açıklamalar, bizim tanıdığımız demokrat şahsa yakışan ifadeler değildi.
Eleştirince, kızdı...
Ama şunu bilmeli; benim kişisel olarak hiçbir şahısla ömür boyu “kayıtsız şartsız” imzalanmış bir mutabakatım yoktur.
Cumhurbaşkanı da olsa, başbakan da olsa...
Yolu demokrasiden, şeffaflıktan, özgürlüklerden geçen herkesle bir şekilde buluşuruz.
Deniz
Baykal da olsa,
Devlet Bahçeli de...
Kimse incinmesin, alınmasın. Bu kutsal yoldan sapma olursa, “bir saniye, direksiyonu yanlış güzergaha kırdın” demek, daha yaşanabilir bir Türkiye’ye gönül vermiş bir gazeteci olarak görevimdir.
Yaptığımız iş de budur.
Allah aşkına, Abdullah Bey ne söylediğinin farkında mı? “Kırmızı kitap şart” diyecek, “
Anayasa fırsatı kaçtı” umutsuzluğunu yayacak, “
Medya kötü sözleri görmesin” yasakçılığını
öneri olarak sunacak, sonra da çıkıp “Sözlerim başka yerlere çekildi” diyecek, olacak iş mi?
Sözler ortada...
Bir lafım da boynumuza “hükümete yakın” yaftasını astıktan sonra yorum yapan gazetecilere...
Şimdi ben de aynı mantıktan hareket edip “İstisnalar hariç, Gül, MHP’ye, CHP’ye, Genelkurmay’a, ABD’ye yakın gazeteciler ve Milliyet’ten
transfer basın müşaviriyle Hindistan’da iş pişirdi” mi demeliyim?
Ya da “Genelkurmay Başkanı, sadece
Balyoz Darbe Planı’ndaki işbirlikçi listede yer alan yazarlara konuşuyor” eyyamına mı kapılmalı
yım?
Ne kadar ayıp!
İlker Paşa neden konuşuyor?
Genelkurmay Başkanı’nın siyasi parti lideri gibi
seri demeçler patlatması, üzerinde kafa yorulması gereken bir konu başlığıdır.
Açıklamalarında sıkça “
disiplin”, “otorite”, “
genç subay rahatsızlığı yok”, “Bu ordu Muz Cumhuriyeti’nin ordusu değil”, “Subayları topladım onlarla konuştum”, “Orduda
çatlak ses yok” şeklinde vurgular yapması ise dikkat çekicidir.
Bu izahat tarzı, biraz “karizma onarımı” gibi geldi bana. Malum, Ergenekon sürecinde askeri hiyerarşiyi sarsan çok ciddi gelişmeler yaşandı.
Tek başına
Albay Dursun Çiçek vakası bile karizmayı tuşa getiren bir vakadır.
Adli Tıp Genel Kurulu, Başbuğ’un hiddetle “kağıt parçasıdır” dediği belgedeki imzanın Çiçek’e ait olduğunu teyit etti.
Başbuğ’un basın toplantısında law silahını kapıp “
boru” dediği fotoğraf karesi, ekspertiz raporlarıyla delik deşik oldu.
3. Ordu Komutanı
Orgeneral Saldıray Berk bile karargahı Erzincan’dan tek başına sallamayı başardı.
Örnek çok da lafı uzatmalıyım. Başbuğ’un,
amirallere suikast iddiasının iddianamede tek satır bile yer almadığına ilişkin iddiasıyla mevzuu kapatalım.
Ayrıntılarını bugün birçok gazetede bulabilirsiniz, benim de Başbuğ’a tavsiyem,
sanık teğmenler Faruk Akın ve
Sinan Efe Noyan’ın Kocaeli’ndeki evlerinde ele geçirilen belgeleri okumasıdır.
Bakalım, kaç satır gelecek?