Ciddi tarihçiyken, gün gelip de pop tarihçi bodrumuna indin mi, böyle yırtık postaldan fırlamış, çorapsız, yıkanmamış, üstelik de pis pis kokan ayak gibi laflar eder kimi zaman en aklı başında sandığın adamlar bile!
İşte İlber Ortaylı’da, “ordunun siyasete karışması kaçınılmaz... Sivil siyasetin kendini geliştirmediği ortamda,
darbe yapılır” gibisinden, tam İttihatçı mantığına uygun laflar etmiş. Herhalde kendini
Talat Paşa falan sandı,
Ziya Gökalp’le sohbete soyundu!
Milliyetçilik tanımlamasıysa şöyle: “Mensubu olduğun ve içinde yaşadığın toplumu sevmek”.
Milliyetcilik üzerine tanımlamalar çoktur aslında. Emile Zola, ‘Hainlerin son sığınağıdır’ der, ama genelleme yapmaz, din ve ırk farkı nedeniyle Dreyfus’u mahkum ettirmek için kan ter içinde kalanlara gönderme yapar. Nazi’lerin
propaganda Bakanı Joseph Goebbels, tek
halk, tek ulus,
tek Milli Şef derken, salt Ari ırka yaşama hakkı tanır. Zaten diğerlerini de, tam 10 milyona yakın, Slavıyla, Yahudisiyle, Çingenesiyle, siyahisiyle, Lehiyle gaz odalarında yok eder!
Franko falanjizmi, İtalyan faşizmi, Stalin
bürokrasi diktatörlüğü, Kral Konstantin’den başlayıp ta Jivkov’a değin uzanan Bulgar ulusculuğu, Kıbrıs’ta 1974 darbesini yapan EOKA’cılar bile hep milliyetciliğin arkasına sığınırlar. Milliyetcilik ve ırkcılıktır Yugoslavya’yı parçalayan; Çekoslovakya’yı ikiye ayıran. Afrika’da kabile ayırımcılığı milyonlarca insanın ölümüne neden olmadı mı ve halen de olmuyor mu?
“Türklerin birinci vasfı asker millet olması... Avrupa’da askeri vasıflar kayboldu diye, bizde de kaybolsun istiyorlar... Hiçbir kavim kendi kaybettiği vasfın bir kavimde devam etme
sini istemez...”
Bunlar nasıl laflardır İlber Hocam? Akıllara ziyan laflardır, en hafifinden! İsviçreli on iki ay asker değil midir? Tüfeği yatağının altında, üniforması dolapta beklemedi mi yıllarca? Sen asıl neden resim,
heykel sanatcısı; büyük düşünürler ve ciddi. Aklı başında devlet adamı yetiştiremiyoruz, onun nedenlerini anlat! Ve tabi neden olaylara nesnel açıdan yaklaşan, tarihle günlük siyaseti birbirine karıştırmayan, önünde konuştuğu kalabalığa göre
şerbet vermeyen tarihcilerimiz yok; onu söyle!
SEVGİLİLER GÜNÜ
Nereden çıktı bu
Sevgililer Günü? İnsan sevdiğini yılda bir gün hatırlamaz ki! Her gün yüreğinde yaşatır... Neyse, bu Sevgililer Günü, ilk kez MS 496’da, Papa Gelasyus’un 14 Şubat’ı, Aziz Valentin’e adamasıyla başlıyor. Daha sonra, Orta Çağ’da, Chaucer, Valentin Günü deyimiyle aşkı birleştiriyor. Chaucer, 1382’de yazdığı, Kuşların Birleşmesi adlı şiirinde,
İngiltere Kralı Richard II ve Bohemya Prensesi Anna’nın aşkını anlatıyor. Ve diyor ki, “Valentin’e adanmış günde/ Tüm
aşık kuşlar, eşlerini seçmek için/ Yan yana gelir.”
Derken tabi işin içine tüccar tayfası giriyor. Ve on dokuzuncu yüz yılda,
tebrik kartları ticareti başlıyor, iyiden iyiye. Günümüzde, ABD Tebrik Kartları Üreticiler Derneği, 14 Şubat’ta, bütün dünyada bir milyar, sevgililer gününü kutlayan, kanatlı melekler, kalpler,
çiçeklerle bezenmiş kartın
satıldığını açıkladı geçen yıl. Dahası bu günde, erkekler hanımlara oranla, iki kat daha fazla para harcıyormuş çiçeğe, giysiye, takıya falan... Sevgililer Günü’nü yasaklamak sadece Suudların aklına gelmiş bugüne değin! Onlar da 2002’yle 2008 arasında yassah damgasını vurmuşlar kutlamalara. Ama öyle bir çiçek ve renkli ambalaj kağıdı kara borsası oluşmuş ki 14 Şubat’ta, yasağı kaldırmışlar!
Ha, Sevgililer Günü’nden asıl nefret edenler kimdir biliyor musunuz? Sevdiği olmayanlar! Sevgilisizler Derneği diye bi
dernek kurulmuş Amerika’da. Ve bu dernek üyeleri, 14 Şubat’ı Hüzün ve Mutsuzluk Günü ilan etmiş. Ama derneğin ömrü fazla sürmemiş. Çünkü dernek üyelerinden kendine sevgili bulan o saat üyelikten ayrılmış!