Türkiye ve
Ermenistan arasında
Zürih protokollerinin imzalanmasının üzerinden neredeyse altı ay geçti.
Ancak her iki taraf da anlaşmayı henüz parlamentolarından geçirmiş değiller.
Türkiye, Meclis'te bekletiyor.
Ermeniler de yasal süreç gereği önce
Anayasa Mahkemesi'nin onayına sundular.
Şimdi de Meclis'in onayına sunacaklar.
Süreç ağır işliyor.
İki komşu
ülke arasında henüz diplomatik ilişkiler mevcut değil.
Sınırlar da karşılıklı olarak geçişlere kapalı.
Türk sınırına yarım saat uzaklıktaki Erivan'a, 40 saatlik
karayolu yolculuğu ile ulaşmak mümkün.
Trajikomik bir durum ama bütün bu yaşananların sorumlusu Ermenistan.
Komşu Azerbaycan'ın topraklarını işgal altında tutuyorlar.
Soykırımı konusunu Türkiye'ye karşı devlet politikası olarak kullanıyorlar.
Türkiye'nin sınırlarını tanımadıkları gibi Doğu Anadolu'yu 'Büyük Ermenistan'a katma hayali kuranlar var.
Bütün bunlara rağmen Türkiye "komşularla sıfır sorun" politikası kapsamında Zürih protokollerini imzalayarak cesur bir adım attı.
Tek
hedef, iki ülke arasında gelişecek ilişkilerin
bölge barışına katkı sağlaması.
Ermenistan kapısının açılması, Türkiye'ye ticari olarak çok da yarar sağlamayacak.
Eğer süreç barışa
hizmet etmeyecekse, Türkiye'nin sadece "soykırımı
baskısı hafifler" beklentisiyle hareket etmesi büyük hata olur.
Dört sınır komşusunun üçü ile
kriz yaşayan ve onların topraklarında gözü olan 3 buçuk milyonluk Ermenistan, dış politikada zihinsel bir dönüşüm yaşamalı.
Bu da ancak uluslararası baskı ile olur.
Ermeniler'in, işgal altında tuttuğu 7 Azeri bölgesinden en azından 5'inden çekilmesi bu manada bir dönüşümün işareti sayılır.
Mevcut şartlarda sınırları açmak, savaş nedeniyle yüzde 20 nüfusu yurtdışına çıkan Ermenistan ekonomisine "can suyu" vermek olur.
Hal böyleyken Ermenistan
Anayasa Mahkemesi'nin protokoller ile ilgili yeni kararı sürece daha büyük
darbe vuruyor.
Karar, protokoller içerisinde yer alan ve taraflara hareket imkanı sağlayan üç adet "constructive ambiquity" yani "yapıcı muğlâklık" ifadelerini yok ediyor.
"Bölgesel istikrar", "uluslararası sınırların tanınması" ve "tarih komisyonu" şeklindeki bu üç ifadeyi Türk
Dışişleri, "Karabağ da dâhil bölgesel istikrar", "
Kars Anlaşması'na göre sınırların tanınması" ve "soykırımı konusunun da inceleneceği
Tarih Komisyonu" şeklinde okuyor.
Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin kararı ve gerekçesi, bütün bu okumaların önünü tıkıyor.
Soykırımını
tartışma dışı bırakıyor, sınırları 1990 sonrası olarak belirliyor ve Karabağ'ı kapsamadığını ifade ediyor.
Türkiye şimdi muhataplarına Anayasa Mahkemesi'nin kararının süreci sakatladığını anlatmaya çalışıyor.
Endişenin tek kaynağı "muğlâk" alanların ortadan kaldırılması da değil, söz konusu karar, protokolün her aşamasının onaya sunulması gerektiği anlamına gelen ifadeler de içeriyor.
Diyelim Türkiye sınırları açtı, karşılıklı büyükelçiler atandı. Tarih Komisyonu'na Anayasa Mahkemesi "hayır" derse ne olacak?
Bu durumda Türkiye niye adım atsın?
Dışişleri, kararı "iyi niyetli" olarak da görmüyor.
Ermenistan'dan kararın sonraki adımları bağlamadığına dair garantiler istiyor.
Hatta Ermenistan'ın her yıl
Nisan ayında olduğu gibi ABD Kongresi'ne sunulan "soykırımı" tasarısı sebebiyle böyle bir "şımarıklık" içine girdiğine inanılıyor.
Ortada yanlış bir
hesap var ama bakalım Türkiye'nin mi Ermenistan'ın mı?