Ilımlı İslam, ılımlı Hıristiyanlık ılımlı Yahudilik ne demek?


Ne demek dinine inanan bir insanın ılımlı olması? Bu deyim, biliyorsunuz Bush döneminden kalmadır. Bunun İngilizcesi soft... Yani yumuşak! Biz buna ılımlı demişiz. Çünkü yumuşak dedin mi, başka şeyleri çağrıştırıyor bizim kafalar! Müslüman adama ılımlı deyince ne oluyor? Dininin buyurduklarını yerine mi getirmiyor? Ya da silaha sarılanlar sert, sarılmayanlar ılımlı mı? Demokrasiden yana olanlar, eğer Müslümansa, ılımlı mı oluyor? Karşıtlarıysa sert? Örneğin bu hesaba göre en ılımlısı Tayyip Bey, en serti de, örneğin Hüsnü Mübarek, öyle mi? Peki Müslüman’ın ılımlısını bi yana bırakalım. Gelelim Hıristiyan’ın ılımlısına. Örneğin Bush, ılımlı Hıristiyan mıydı sert Hıristiyan mı? Sekiz yıllık Başkan’lık dönemine bakarsanız sertin de sertiydi. Irak, Guantanamo, işkence, Blackwater gibi paralı askerlerin acımasızca adam kesmeleri! Peki Obama ne? Siyahi olduğu için mi ılımlı Hıristiyan sınıfına giriyor? Ya da dünyaya, en azından Bush’a göre, çok daha hoş görülü yaklaştığı için mi? Bugünkü İsrail hükümetini ne yapacaksınız. Libermann, örneğin, ılımlı falan değil. Sert de değil. Düpedüz bildiğiniz türden ırkçı ve faşist. Netanhyahu ise sert. Diplomasiyi, toplum önünde nasıl konuşmak gerektiğini, nabıza göre şerbet vermeyi becerdiğini göz önüne alırsak... Sadece sert! Peki başka meslek tutanları nasıl sınıflandıracaksınız? Örneğin, doktor acıtmadan iğne yapıyorsa ılımlı doktor mu oluyor?! Yahu, yöneticileri, meslek erbabını dinsel inançlarına göre sınıflandırıp ardından da o insanların yaşadığı ülkeye, ılımlı ya da sert damgası vurulur mu? Bunlar hep o neo-con, denen taş kafaların, kimi ülkeleri, akıllarınca tabi, şirin göstermek, kimi ülkelere de tu kaka diyebilmek için uydurdukları sözcükler. Siz ülkelerin duruşlarını, komşularıyla nasıl geçindiklerini, ekonomilerini, dış siyasette yaptıkları hamleleri, düşmanları nasıl dosta dönüştürdüklerini dikkate alacaksınız. Ona göre ülkenin doğru mu eğri mi yönetildiğine karar vereceksiniz. Ülke Müslüman ama ılımlı... Hıristiyan ama sert gibi yakıştırmalar mutlaka bazı çıkarları maskelemek için kullanılır. O kadar! Yaşam biçimini değiştirmekle özünü değiştiremezsin Yaşam satranç oynamaya benzemez. Kimileri gerine şişine, yaşam bir satrançtır der. Saçmasapan bi laftır bu. Çünkü satrançta mat olduktan sonra oyun biter. Ama yaşamda mat olsanız da, hayat sürer... Ama yaşam biçiminiz değişir, mat olduğunuz saat. Nedir yaşam biçimi? Bu deyimi ilk kez 1929’da kullanan Avusturyalı ruhbilimci Adler’di. Ama bugünkü, daha geniş kapsamlı kullanımı 1961 yılında başlar. New York’un reklamcılar caddesi Madison’da, kimi ürünleri daha çekici göstermek için ortaya salınıverilmiş bir deyiş kısacası... İstanbul’da, yaşam biçiminden mutlu olmayan, ya da bir ömür bo yu bazı şeylere özlem duyup ama o özlemleri şu ya da bu nedenle bastırarak dolaba kilitleyenler, o dolaptan çıktıkları an soluğu Nişantaşı’nda alırlar. Geçmişlerini bi kalemde silip atarlar, o dönemden kalma anılarını belleklerinden kazırlar, bir zamanlar ekmeğini bile paylaştıklarına kara çalarlar. Böylece de kendilerine yeni bir yaşam biçimi edindiklerini sanırlar. Ama olmaz. Alt yapıları yoktur. Asılları New York’ta, taklitleri Nişantaşı’nda olan, cafelere kıçlarını yerleştirdiler mi, sınıf atladıklarını ya da yan masadakiler gibi olduklarına inanırlar. Olmaz! Aslını inkar ettin mi, bi süre gündemde kalırsın. Ama sonra, aslın hortlar ve seni pışpışlayanlar, senden kaçmaya başlar. Sana kahverengi pantolunun üstüne lacivert ceket giymişin gibi bakarlar! Onun için, sen neysen osun... Eşeğe altın semer de vursan... Eşek eşektir yani! SONUNDA ORHAN PAMUK DA AŞIK OLUR Ne güzel. Orhan Pamuk kendinden 19 yaş küçük bir Hintli hatuna aşık olmuş. Sevgilisi de yazar; adıysa Kiran Desai. “Desai benim kız arkadaşım. Bu artık bir sır değil. Çok güzel, çok zeki bir insan ve harika bir yazar!” Niye sırdı daha önceleri? Bunu anlamadım. İnsan aşık oldu mu, haykırmalı dağlara çıkıp aşkını! Seviyorum demeli, gerine gerine. Aşk dediğin laftır ya da beyindeki kimi kimyasalların coşmasıdır, falan gibisinden ahkam kesenler, hiç aşık olmamış zavallılardır. Aşk, yaşamın vazgeçilmez bir parçası çünkü! Aslında aşk nedir biliyor musunuz? Karşılık beklemeden sevmektir! Şişko patates Çocuk, annesi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ağzına bi lokma yemek koymuyordu. Annesi, çaresizlik içinde bi arkadaşına anlattı. “Oğlun beş yaşında değil mi? Yemek yemiyor çünkü yemek, onun için eğlenceli bir uğraş değil. Yemek yedirirken oğluna, masal anlatmayı dene...” Anne yemek sofrasında oğlunun karşısına geçmiş. “Evvel zaman içinde... Püreden bi kaşık at ağzına hah aferin, deve tellal pire berber iken sütünü iç bakiim afferin oğluma ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken... Aç ağzını, ye şu eti aman ne güzel de yermiş benim oğlum peri padişahının ülkesinde...” Çocuk şimdi on yaşında... Masalı hala bitirmedi annesi ama çocuk 102 kiloyu buldu! Sahneye çıkmadan 17 tost yenir mi? Yenirmiş! Bülent Ersoy yemiş, eğer inanırsanız. Sahneye çıkmak için kuliste sırasını beklerken tam on yedi tane kaşarlı-biftekli tost götürmüş. Ardından da bir şişe viskiyi dikmiş kafasına. Gene doğruysa! Bütün bunlardan sonra nasıl hala yaşıyor, valla bilemem! Ama sahneye çıkamamış uzunca bi süre. Türküİzzet Yıldızhan, Ersoy kendini toparlayıncaya kadar, türkü söyletip durmuş. Afiyet şeker olsun Ersoy’a!
<< Önceki Haber Ilımlı İslam, ılımlı Hıristiyanlık ılımlı Yahudilik... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER