Başbakan Erdoğan’ın gündeminde bulunan demilitarizasyon ve
demokratikleşme tedbirleri, her biri gerçek bir zihniyet
reformu olan fevkalâde önemli tasavvurlardır.
Bunların gerçekleştirilmesiyle,
Türkiye’de demokratik rejimin önüne çıkarılan militarist engeller büyük
ölçüde aşılmış olacaktır.
Bu tedbirlerden ilki ve en kolayı, 28
Şubat Darbesi’nin kalıntısı olan EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasıdır.
Anayasa’ya göre, TSK’nın
sıkıyönetim hâli dışında dahilî asayişle ilgili bir görevi yoktur. 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’na göre, mülkî idare âmirleri gerekli görürlerse askerî birliklerden
yardım isteyebilirler. EMASYA Protokolü’ne göre, Anayasa’ya ve İl İdaresi Kanunu’na aykırı olarak, silâhlı kuvvetlerin iç olaylara kendiliğinden müdahale
yetkisi bulunmaktadır.
İkinci olarak, Başbakan Erdoğan ‘iç tehdit’ anlayışının değiştirilmesini istemektedir. Ülke içindeki asayişe müessir fiillerin ideolojik açıdan yorumlanarak ‘tehdit’ şeklinde değerlendirilmesi, bir kısım halkın da çeşitli inanışları ve telâkkileri yüzünden ‘düşman’ olarak algılanmasına yol açmaktadır. ‘İç tehdit’ yoktur; sadece içeride suç işleyenler ve cezalandırılması gerekenler vardır.
Üçüncü olarak, MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan ve ‘
kırmızı kitap’ diye bilinen ‘Millî
Güvenlik Siyaset Belgesi’nin de, hiçbir bağlayıcı hüküm ifade etmeyen stratejik bir çalışma olarak kalması gerekir. Esasen, Anayasa ’nın,
kanunların ve Hükûmet kararlarının üstünde olarak takdim edilen bir belgenin hukukî bağlayıcılığı ve geçerliği de bulunamaz. Bu nevi dokümanlar, en fazla stratejik çalışma raporları şeklinde kabul edilir.
Başbakan’ın gündemindeki en önemli değişiklik tedbiri ‘TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesidir. Bizim askerimiz, hukukî ve kanunî dayanaklara çok önem verir. Anayasal düzene karşı
darbe yapanlar bile, şeklen de olsa kendilerine yasal dayanaklar bulmaya çalışırlar. 27
Mayıs Darbecileri, ‘TSK İç Hizmet Yönergesi’ni darbenin hukukî mesnedi olarak gösterince alaya alındılar. ‘Bir iç yönetmeliğe dayanarak ihtilâl mi yapılırmış?’ yolundaki istiskal karşısında alelacele 24 Ocak 1961 tarihli ve 211 sayılı ‘Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nu çıkardılar. Kanunun meşhur 35. maddesinde, ‘Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile
tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır’ yazılıydı. Bu istimi arkadan gelen kanun,
27 Mayıs’a elbette meşruiyet kazandırmadı. Fakat 20 yıl sonra yapılan 12
Eylül Darbesi’ne yasal dayanak(!) olarak gösterildi.
12 Eylül’de yayınlanan Millî
Güvenlik Konseyi (Darbe Konseyi) Bildirisi’nde aynen ‘Türk Silâhlı Kuvvetleri, kendisine iç
hizmet yasası ile verilmiş olan tarihî görevini(...)’ demekteydi.
TSK İç Hizmet Kanunu, öylesine jet hızıyla hazırlanmıştı ki, Kanunun Genel Gerekçesi ve madde gerekçeleri dahi yoktu. Böyle olunca da, ‘koruma’ ve özellikle ‘kollama’dan ne kastedildiği anlaşılmamaktaydı. 35. Maddenin, Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin, millî
savunma dışında herhangi bir iç siyasî gelişme ve güvenlikle ilgili müdahaleye dönük olduğuna dair doktrinde ve içtihatlarda en ufak bir bilgi yoktur. Aksine, başta Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ın SBF Dergisi’nde yayınlanan ‘Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Demokrasi İçindeki Yeri’ başlıklı bilimsel makalesi de dahil olmak üzere, İdare Hukuku uzmanları Prof. Dr. Metin Kıratlı ve Prof. Dr. Tayfun Akgüner’in çalışmaları, 35. maddenin, TSK’nın
yurt savunması görevi ile çelişen ve Anayasa’da verilmeyen bir yetkiyi ihtiva ettiğini göstermiyor.
***
İç Hizmet Kanunu’nun 36. maddesinde, gene TSK’nın savaşta ve barışta orduyu hazırlama görevi olduğu zikredilmiştir. Ayrıca, aynı kanunun 43. maddesine göre, TSK mensuplarının hiçbir şekilde
siyasete karışmaması gerektiği, herhangi bir beyanat veremeyecekleri ve TSK’nın her türlü siyasî faaliyetin dışında ve üstünde(?) olduğu da açıkça belirtilmiştir.
Bütün bu hükümler bir arada değerlendirildiği takdirde, 35. maddedeki ‘koruma ve kollama’ ibaresinin, TSK’nın millî savunma, dış savunma görevi çerçevesinde anlam ifade edebileceği açıktır.
Anayasa’nın 6. maddesinde, ‘Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz’ denilmektedir. Kısaca, TSK’nın her ne mazeret ve gerekçe olursa olsun, meşrû anayasal düzene, millî iradenin iktidarı ve denetimi dışında, kendiliğinden bir görev ve yetki vehmederek müdahale etmesi aslâ mümkün değildir. Bunu kabul etmek, Türkiye’de demokratik hukuk devletini reddetmekle aynı mânâyı taşımaktadır.
Amacı ve kapsamı tamamen farklı olan bir iç hizmet kanunu ile Anayasa’nın üstüne çıkılarak demokratik rejime askerî müdahalede bulunulabileceğini düşünmek dahi, hiçbir mantığın kabul etmeyeceği gülünç bir durumdur. Ancak, mademki bazı demagog
militan zihinler bu tezadı kabullenebilmektedir; o halde yapılacak iş, ‘Demokles’in kılıcı’nı ‘Demos’un üzerinden indirmektir.
35. maddeyi, Meclis’teki siyasî partilerin oybirliğiyle kaldırmalarını bekliyoruz.