“Bu suikast incelendiğinde
Hizbullah’ın daha önce bu şekilde herhangi bir
eylem yapmadığı, suikastın son derece profesyonelce planlandığı...
İstihbarat sonucu
emniyet müdürünün geçeceği yolun ve saatin tespit edildiği, o saatte o bölgedeki elektriklerin kesildiği ve daha sonra 10 koruma polisiyle makam aracıyla giderken eylemin gerçekleştiği görülmektedir.
Eylemin çok basit bir şekilde gerçekleşmesi mümkün iken, bu kadar profesyonelce yapılmış olması düşündürücü.”
Bunları kim söylüyor?
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ı öldürdüğü iddia edilen “Hizbullah üyelerini” yargılayan Diyarbakır 4. Ağır
Ceza Mahkemesi...
Nerede söylüyor?
Gerekçeli kararda...
Ölümünün dokuzuncu yıldönümünde
Gaffar Okkan suikastında yaralı kurtulan ve ilk kez konuşan polis memurları da olaydan önce elektriklerin kesildiğine dikkat çekerek, iki
sokak ötede bulunan
jandarmanın olayı duymamasına hayret ediyorlar.
***
“İki sokak ötede” olmasına rağmen Gaffar Okkan suikastını duymayan jandarma ise son zamanlarda yargı tarafından sorgulanıyor...
En son,
Eskişehir Jandarma
Alay Komutanı Kıdemli
Albay Recep Gençoğlu’nun Özel Yetkili Savcılıkta ifadesi alınmıştı... Dün, sevk edildiği
mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını öğrendik.
***
Ortalığa dökülen sorunlar sadece “
sivil otorite-askeri otorite” ilişkileriyle sınırlı değil...
“Vatandaş-devlet” ilişkilerinde de ciddi sorunlar var. Derinlemesine tasarlanmadan yola çıkıldığı için duvara toslayan “
Kürt açılımı” bölgede ciddi bir devlet baskısına dönüşürken, yedinci ve son oturumu sona eren
Alevi Çalıştayı’nda birçok konuda uzlaşma sağlandığı söylenmekte... Ancak çalıştayda temsil edilmeyen Alevilerin itirazları da unutulmamalı...
***
“İlke Siyaseti” yapmak yerine, pratik ve siyasal amaçlarla iyi niyetli açılım adımları atan ama bunu bir
sistem alternatifi haline getirmeyen
AK Parti iktidarı da yeniden
Ankara statükosunun
hedef tahtasına mı oturtulmak isteniyor...
Yoksa bu tür balonlarla
Ergenekon konusundaki iradi gücü mü kırılmak isteniyor, belli değil...
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı “AKP’ye yönelik yeni bir
kapatma davası gündemde olduğu iddiaları var. Nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusunu:
“Onlar gizli
soruşturma, her parti hakkında soruşturma mümkündür. Her parti hakkında
kapatma davası açılıp açılmayacağı kendi filleriyle ölçülür. Bunu partiler zaten hissederler” diyerek cevaplıyor...
***
Bir yanda “halktan” nefret edenler...
Diğer yanda bu rahatsızlığın hedefindeki AK Parti... Çatırtıların ta sokaklardan duyulduğu devlet içi bir büyük tarihsel değişim
kavgası... “Tuzu kurularla” “yoksulların”, sınıfsal bir sosyal iskeletimiz olmadığı için “kışla-cami” eksenindeki egemenlik savaşı... Peki, ne olacak?
***
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan dün ne diyor?
“EMASYA Protokolü’nü gündemimizden çıkaracağız. EMASYA Protokolü diye bir şey olamaz, olmayacak.” Başbakan’ın pratik siyasal hesaplarla icraatı yürütme gayretine rağmen “köhne Ankara” ile asla mutabakat sağlayamayacağı, “sisteme” yönelik radikal
ameliyat yapılmaz ise statükonun Ankara’da asla kendini barındırmayacağını, bir kez daha görmüş gibi izlenim vermekteydi...
***
Dün
Türkiye’yi ve buradaki “sosyal ve sınıfsal kavga” aşamalarını izlerken, net bir fotoğraf daha çektim. Ankara statükosu dünyanın nereye geldiğinin farkında değildi... AK Parti de değişimi “AB reformları ve sivil anayasa” ekseninde “bütünlüğe” kavuşturmuyordu...
Bu nedenle bir büyük toplumsal enerji ağır aksak, kör topal yüründüğü için heba oluyordu...
Hâlbuki...
Öyle bir noktadayız ki...
Yeryüzündeki değişme ve yenileşme hızı öyle bir hale geldi ki, köhne statükonun yersiz direncine de, bir bütünsellik arz etmeyen bölük pörçük değişim adımlarının yavaşlığına da tahammül yok...
Neden mi?
Onun da cevabını bir ilavenin alt köşesinde buldum:
İzlanda’nın baş
kenti Reykjavik’teki eski limanın kent merkezine kazandırılması proje yarışmasına 20 ülkeden 51 proje katılmış...
Yabancılara açık kategorideki yarışmayı Sunay ve
Günay Erdem kazanmış.
Türkiye nere, İzlanda nere?
Ankara nere, Reyjavik nere?
***
O halde... Hızlıca “ilke siyaseti” üzerinden, şu halktan nefret eden tek parti rejimini “sistem” olarak berhava edip, AB reformlarını yapalım ki boş yere çile çekmeyelim