Bu hafta biri
Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, diğeri de YÖK’ten iki
küçük ama olumlu haber basına yansımış bulunuyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ulaşan haber özel
yabancı okulların öğrenci alımlarında SBS ile birlikte kendi kriterlerini kendilerinin koymalarının yolunu açıyor.
YÖK’ten gelen haber ise YÖS (yabancı uyruklu öğrencilere) sınavının son kez bu sene, 2010 senesinde yapılacağı ve bundan sonra artık belirli kriterler çerçevesinde üniversitelerin
yabancı öğrenci kabulünün önünün açılacağı belirtiliyor.
Türkiye üniversiteleri
2020 senesinde şimdiden toplam öğrenci sayılarının en azından yüzde yirmisi kadar yabancı uyruklu öğrenciyle
öğretim yapmaya
hazırlıklı olmalı diye düşünüyorum.
Nüfus baskısı nedeniyle, ama zihniyet dünyamızla da iyi uyuşan nedenlerle her türlü sınavın, üniversitelere giriş sınavları başta olmak üzere, merkezi olarak örgütlenmesini normal karşılama eğilimindeyiz.
Bu merkezi sınavların okul, üniversite yöneticilerinin işlerini kolaylaştırdığı, ÖSYM’nin bu alanda takdir edilecek bir yetkinliğe ulaşmış olması, yolsuzluk ya da haksızlıkları (?) en aza indirdiği biliniyor.
Bu merkezi sınav geleneğinin, kolaycılığının hiç kuşkusuz olumsuz yönleri de var ve bizler nüfus baskısının korkusu, caydırıcılığı nedenleriyle bu olumsuz yönleri bugüne dek gündeme getirme konusunda biraz çekingen davrandık.
2010’lu, 2020’li yılların Türkiye’sinde öğretim, 20. yüzyılın alışkanlıklarının aksine, farklılaşmış, farklı tepkiler verebilen bireyler yetiştirme işlevini temel misyon olarak benimsemek zorunda.
Yurttaşların, bireylerin farklılaşma zorunluklarına paralel olarak okullardaki yaklaşımlar da farklılaşacak; farklılaşmış okulların da kendi öğrencilerini, kendi misyonlarına uygun öğrencileri kendilerinin seçme zorunluluğu ortaya çıkacak.
2020’de kendi öğrencisini seçemeyen bir fakülte, fakülte olmaktan çıkabilir.
Farklı öğretim kurumları farklı
zeka türlerini öne çıkaran öğrencilerle çalışmak isteyecekler.
Ortaya çıkacak bu temel yönelim ve gereksinim her okulun kendi öğrencisini kendisinin seçmesini etkinlik açısından zorunlu kılacak; söz konusu etkinlik arayışı merkezi sınavların getirdiği yararları muhtemelen arkada bırakacak.
Bu nüfus baskısında bu iş nasıl yapılır sorusuna mutlaka bir
cevap bulacağız ama öncelikle bu farklılaşma gereğini iyi görmeli ve şimdiden hazırlıklı olmalıyız.
Adımlar çok küçük de olsa MEB ve YÖK’ün aldığı kararların çok önemli olduğuna inanıyorum; temennimiz daha kapsamlı gelişmeleri için şimdiden hazırlık yapmaya başlamaktır.
Kesin olan konu bundan yirmi sene sonra, nüfus baskısı ne olursa olsun, merkezi sınav sistemlerinin toplumsal yapıya büyük zararlar vereceğidir.
Zaten yirmi sene içinde de nüfus baskısının bugüne oranla belirgin bir biçimde azalacağını da biliyoruz; yani merkezi sınav alışkanlığının maddi gerekçesinde de büyük ölçüde bir düşme yaşanacaktır.
Yabancı okullar sınavı konuşulurken bir kez daha hatırlatmak istediğim bir nokta da bu okullarda 28 şubat günlerinde yapılan bir değişiklikten geri dönülmesi ve bu okullara yeniden 11 yaşında girilebilmesinin önünün açılmasıdır.