Yurtdışına çıkıp da bi türlü dönmek bilmeyen (?)
Bedrettin Dalan’ın arazisinde 20
Nisan 2009 ‘da başlatılan kazılar,
darbe tasarlayan Deniz’deki tayfayı ele verdi. Bu cuntayı yönlendirdiği öne sürülen
Albay Ali Türkşen, takvimine şöyle bir not düşmüş:
“Zamanın durduğu gün!”
İnsan bunları okuduğu zaman ister istemez üzülüyor. Eskiden böyle şeyler olmazdı ki birader.
Ben 12
Eylül’ü çok iyi hatırlarım, örmeğin. Tam TRT’nin Kavaklıdere’deki Genel Müdürlük binasından çıkarken,
11 Eylül akşam üstü, dönemin Genel Müdürü Doğan Kasaroğlu’yla, ana kapıda
burun buruna geldik. Yanında yüksek rütbeli bir
subay vardı. Şu anda bile, rahmetli Kasaroğlu’nun yüzü gözlerimin önünde. Bembeyazdı!
Kasaroğlu’na darbe anlatılmış, TRT’nin
radyo ve televizyon olarak görevleri bildirilmişti. Sonra da, gelsin Hasan Mutlucan türküleri...
Bu kadar basitti olay.
Zaten 11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan gece,
Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’da ABD’den dönerek yurdumuzu şereflendirmişti.
Yani böyle bir çuval aptal saptal plana ihtiyaç falan yoktu.
Eh millet de bıkmıştı sokağa
egemen sağ-sol çatışmasından! Üstüne üstlük Konya’da da yürümemiş miydi o “saçı sakalı birbirine karışmış; tımarhane kaçkınlarını anımsatan ve de heykelleri taşlayan” adamlar. Ama ne gariptir, o yürüyenler, birden sırra kadem basmış, 12 Eylül’den sonra biri bile yakalanmamış, bu tayfadan hiç mi hiç söz edilmemişti!
Şimdiyse işler tam arap saçına döndü. Ay Işığı, Sarı Kız,
Kafes, günlükler, ıslak imzalar, cep telefonları, bilgisayarlar, orada yirmi kişi ayrı bi plan hazırlıyor, öte yanda başkaları tezgah kuruyor. Silahlar gömülüyor... Silahlar bulunuyor... İnkar ediliyor kabul ediliyor, yalan deniyor... Gerçekliği ortaya çıkınca yüzler kızarıyor ama yiğitliğin onda dokuzu inkardan geçer hesabı, suç başkalarına atılıyor.
Hey gidi günler hey! “Dikkat dikkat” dedi mi TRT, hemen bayrağı kapan kendini sokağa atardı. Tank palet attı mı, kimileri şıkır şıkır oynamaya başlardı. Bu arada kimi evlerde laciler ütülenir, aracılar bulunur, “yeni sahiplerimizin” karşısında hazırola geçilirdi. Benim me güzel darbelerim vardı... Onları kimler aldıııı?
Napolyon
Rusya’dayken
Napolyon’un orduları dalmış Rusya’ya. Ta Moskova’ya kadar gitmiş. Rus orduları, hem geri çekiliyor hem de tarladaki tahılı yakıyor, hayvanları salıyormuş, ağıllardan, çiftliklerden,
Fransız ordusu
yiyecek bulamasın diye.
Ordu Rusya’da ilerlerken, Napolyon mareşallerini toplamış bir akşam:
“Zafere doğru dörtnala arkadaşlar. Parolamız bu!”
Sonunda Fransız ordusu perişan, geri dönerken Rusya’dan, Mareşal Murat (Müra) yanına gelmiş İmparator’un:
“Efendim galiba bizim Rusya haritalarında, “Zafer” diye bir yer yokmuş!”
(
Salih Çetin Güvenli’ye teşekkürler)
Ah Ayla hanım ah!..
Milli Şef dönemiyle 2010 Türkiye’sini karşılaştırmak yanlıştır buyurmuşunuz. Gerekceniz o dönem Avrupa’sındaki rejimlere bir göz atmak! Atalım hadi. Siz mecbur musunuz, örneğin
Hitler’in kendine yakıştırdığı, hem de ta 20’li yıllarda, Milli Şef (Führer) etiketini alnınıza yapıştırmaya?
İtalyan faşizmine ayak uydurmak gibi bir merakınız niye var ki, ceza kanununuzu hepten onlardan
ithal etmişiniz? Örneğin Anglo Sakson hukukundan yararlanabilirdiniz. Yani “hiç bir kuşkuya yer vermeyecek biçimde insanların suçu kanıtlanmadığı sürece, suçsuzdur,” kuralını niye ithal etmedik? Niye örneğin
Hitler Jungen’den (Hitler Gençlik Örgütü) yola çıkarak Köy Enstitüsü
ders programları hazırladık? Ama
Alman orduları Stalingrad’da bozguna uğrayınca da programı hemen değiştirip , ‘halkçı’ bir köke yöneldik? (Bozkırdaki Çekirdek-Kemal Tahir)
İlla Nazilerle Faşistleri mi
taklit edeceksiniz? Ya da
bürokrasi diktasına ‘komünizm’ diyen Stalin’i mi? Niye demokratik ülkelere yönelmiyorsunuz? Hal ve gidişe göre ülkenin yönetildiği doğru ama!
Savaşın bitmesine üç dakika kala, Almanya’ya savaş ilan ediverdik! Saygı bizden, her zaman olduğunca Ayla Hanımefendi.
‘KRİZ İÇİN ATİNA’YA HER KATKIYI YAPARIZ!’
Nereden nereye değil mi?
Lüksemburg Maliye Bakanı’nın kapısında 1 milyon dolar
kredi almak için beklediğimiz günleri hatırlayın! “Kendi dövizini kendin bul” diyenleri. Dövizin gecede yüzde 50 arttığı yılları.
Ama ya bugün?
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu, Yunanlı meslekdaşı Dimitri Droutsas’la üç saat görüşüyor. Ve Yunanistan’ı mali bunalımdan çıkarmak için her türlü yardıma hazır olduğunu söylüyor Türkiye’nin!
Ne katkı gerekiyorsa, paylaşıma varız diyor.
Hiç yoruma gerek yok. Yorumu siz bildiğiniz gibi yaparsınız nasılsa!