Erzincan'da, askerî
araç konvoyu şehre 17 kilometre mesafedeki Üzümlü ilçesine kadar gidip geri dönmüşler.
Bu tatbikatı, 1997'de Sincan'da tankların sokağa dökülmesine benzetenler oldu. "
İrtica ile mücadele
eylem planı"nın somut
uygulaması iddiası ile yürütülen bir Erzincan soruşturması var.
Ordu komutanından başsavcısına ve il
jandarma alay komutanından MİT görevlilerine kadar etkili bir devlet içi şebekenin suç ihdas etmek için
delil ürettiği iddiaları soruşturuluyor.
Askerî araçların sokağa çıktığı saatler, dönemin Jandarma
Alay Komutanı'nın gözaltına alınarak Erzurum'a intikal ettiği saatler. Sorulan soru: 3. Ordu Komutanı emrindeki araçları sokağa dökerek yargıya
küçük çaplı bir "balans ayarı" mı çekiyor?
Üstad
Ahmet Turan Alkan, aynı soruyu dünkü yazısında "çok mu fesadım?" diye veciz bir şekilde önümüze koyuyor.
Bu soruya tatminkâr bir
cevap verecek durumdayım. Kastettiğim Üstad'ın sorduğu soru değil. Sokağa dökülen askerî konvoyun, Genelkurmay'ın açıkladığı gibi rutin bir uygulama içinde olup olmadığı. Çünkü askerliğimi 59.
Topçu Tugayı'nda yaptım. (İki dinî bayram bizim döneme denk geldiği için galiba toplam üç aydan biraz uzun sürmüştü.) Yani, sokağa çıkan araçların bağlı bulunduğu askerî birlikte. Hatta Erzincan'a birliğime teslim olmaya giderken
otobüs Sivas'ta uzun bir mola verince, Üstad'a uğramıştım. Kısa saçlarıma bakıp "Sen hapisten mi kaçtın?" diye yukarıdaki soru gibi yanlış bir soru sormuştu. Halbuki cezaevinden çıkalı çok olmuştu.
59. Topçu Tugayı'nın Muhabere Alayı'nın Üzümlü ilçesine kadar gidip gelmesinin gövde gösterisi yapmakla yakından uzaktan ilgisi yok. Eğer bir gövde gösterisi yapılacaksa Muhabere Alayı'nın kocaman kutulara benzeyen araç-gereçleri, kapatılmış uzun
telsiz antenleri değil, Ağır Topçu Taburu'nun devasa obüsleri dışarı çıkartılırdı. Orta Ağır'ınki neyse, ama Hafif Tabur'un topları bile kimseyi kesmezdi. Hele benim askerliğimi yaptığım Uçaksavar Taburu'nun esamesi bile okunmazdı ki, Muhabere Alayı'nı niye sokağa döksünler? Zaten bir muharip gücün arkasında yer alması gereken Muhaberecilerden tek başlarına iken kim niye korksun?
Askerlik, farklı bir meslek. Kendine özgü, tecrübelerden damıtılmış çok sağlam bir mantığı var. Bu tecrübeler insan hayatı üzerinden edinildiği için çok değerliler. Öbür taraftan, iyi eğitim almış ve çok yetenekli bir
personel vasat bir zekâ ve beceri ile yapılacak işleri monoton bir biçimde yerine getiriyorlar. Bizim birlikte hurdaya ayrılmış, II. Dünya Savaşı'ndan kalma bir askerî cemseyi kademede, inanılmaz bir beceri ile adam edip çalıştırdılar. Hiçbiri bu benzini sünger gibi emen kamyonun çalışmasının, hurdaya ayrılmasından daha maliyetli olduğunun farkında değildi. Bendeniz, eğitim alanında Erzincan'ın öğleden sonra esen kum fırtınalarından kaçmak için Kademe'de resim yapıyordum, yani kaytarıyordum. Tabur komutanı son gün "Tugay'a kalıcı eserler bıraktığım için" beni
tebrik edince, bir asker olarak utanmıştım. Çizdiğim dört koca tablonun tamamı
silah resimleriydi, daha iyisini çizen çıkmadıysa hâlâ yemekhane veya gazino duvarlarında asılı duruyor olmalı.
Şayet son kış tatbikatında, Muhabere Alayı'nın araçlarından biri-ikisi yolda kaldıysa komutan bu araçları
test eder. Özel sektörde nakliye filosunu yöneten bir müdür, araçların profesyonel bakımını yaptırdığı için böyle bir teste ihtiyaç duymaz. Komutan ise koca askerî arazide değil, şehrin caddelerinde ve tek tek değil konvoy halinde bu "
test sürüşü"nü gerçekleştirebilir.
Bölgeyi yakından tanıyan bir Alevî-
Kürt dostum, Üzümlü'nün (eski adı Cimin) ve çevresinin yoğun Sünnî yerleşim yeri olduğunu belirtti. Nerden nereye? Küçük bir "askerî test sürüşü"nden ne kadar farklı anlamlar çıkabiliyor. Genelkurmay'ın bu yorumlardan çıkartacağı tek sonuç olmalı. Sınırsız şeffaflık ve açıklık. Yoksa Ahmet Turan Alkan'ın sorduğu bu son derece iyi niyetli soruyu son günlerde herkes kendine soruyor olmalı?