İddianamede “silahlı
terör örgütü” olarak tanımlanan
Ergenekon’un avukatlığına soyunan, vekilleri Ergenekon sanıklarına
destek için Silivri’ye doluşan ve Erzincan’a koşan
CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal diyor ki: “Ben başbakan olsam
Genelkurmay Başkanı’nı görevden alırdım.”
Bugün bir muhalefet liderinin haklı veya haksız, bu lafı ediyor olabilmesi bile Ergenekon sürecinin ve hükümetin 27
Nisan Muhtırası’na tepkisinin
vücut bulduğu 28 Nisan çıkışının siyasetçilere bonusudur.
Artık siyasetin kodları değişti, kişilik buldu, asker karşısındaki ürkekliğini attı ve demokrasiye sahip çıkma cesaretinin farkına vardı.
Bundan sonra
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda kim oturursa otursun kolay kolay “
muhtıra” veremez ve bilgisayar ekranında renkli çizgilerle “sarıkız” fotoğrafı çizemez. Denerse, sonunu da düşünecektir.
İktidarda veya anamuhalefette hangi parti olursa olsun “emredersiniz komutanım” diyerek köşesine çekilme lüksüne sahip olmayacaktır. Diğer yönüyle baktığımızda,
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan
darbe umudunu kestiği için görevden alınmasını isteyen Ergenekon taifesi ile “Ergenekon’un avukatıyım” diyen CHP liderinin aynı söylemde buluşması, manidardır.
Çizgisinde kırıklık olmayan ve soruna ilkesel yaklaşanlar için söz Meclis’ten dışarıdır.
Aynı günlerde CHP Grup
Başkanvekili Kemal Anadol’un partisinin
Muğla İl Başkanlığı’nda yaptığı konuşmada,
Kafes Darbe Planı’na adı karışan Kor
amiral Kadir Sağdıç’a sahip çıkarken kullandığı ifadeye ne demeli?
Okuyalım: “Nerede böyle seçme amiral,
general var, hepsini abuk sabuk senaryolarla karalamak istiyorlar... Foça’da garnizon komutanıyken ahbablığım vardı. Adam Amerika’da ekonomi doktorası filan yapmış entelektüel bir adam.”
Kafes planını “abuk sabuk” olarak nitelendirirken,
paşam için “iyi çocuktur, hamili yakınımdır, elleşmeyin” demek istiyor.
Eyvallah!
Peki, Kadir Paşama sahip çıkan CHP, Genelkurmay Başkanı’na neden öfkeli? Hükümeti kafese sokamadığı, başına balyoz indiremediği veya “darbeler dönemi bitti” diyerek umutsuzluk aşıladığı ya da darbe sever bir generalin önünü açmak için olabilir mi?
Kimbilir...
Ama temennim şudur; Sayın Baykal, önce o avukatlık cübbeni çıkar. Sonra görevden almayı oturur konuşuruz.
Yumruk
mesajı güçlendirmez
Kurtuluş savaşının
efsane komutanlarından Korgeneral Kazım
Karabekir’i
anma töreni için Genelkurmay karargahına davetliler arasındaydım. Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın yönettiği “
Kazım Karabekir” konulu semineri sonuna kadar takip ettim.
Soru-
cevap bölümüne geçilirken verilen 10 dakikalık arada gazetecilerle Başbuğ arasında ayak üstü sohbet imkanı oldu. Başbuğ, ısrarlı sorular karşısında toplantı sonunda açıklama yapabileceğini söyledi.
Genel beklenti, açıklamanın, daha önce olduğu gibi sohbet şeklinde cereyan edeceği yönündeydi. Ani bir kararla, kürsü hazırlandı, Başbuğ kameraların karşısına geçti. O ana kadar çok sakindi, yüzü gülüyordu.
Kürsüde “
yumruklu” açıklaması geldi. O görüntü,
Balıkesir hitabetinden sonra en negatif fotoğraf karelerinden biriydi.
Hep şuna inandım; mesaj, yumrukla güç kazanmaz, ona güç katan kelimelere yüklediğiniz anlamdır. İletişimin, temel stratejisi de budur. O kelime, karşı tarafta kodlandığı şekilde algılanmıyorsa, “
arıza var” demektir, “yumruk” çare olmaz.
Toplantıyı yerinde izleyenlerden
Yenişafak Ankara Temsilcisi
Abdülkadir Selvi, “İlker Paşa, darbecilere mesaj verdi” diyor. Akşam Yazarı
Utku Çakırözer, “İlker Paşa, TSK karşıtlarına mesaj verdi” düşüncesinde.
Milliyet Yazarı
Fikret Bila, “İlker Paşa, hem TSK’ya yüklenenlere hem darbeden medet umanlara mesaj verdi” kanaatinde.
Toplantıyı televizyondan izleyen
Taraf Yazarı
Ahmet Altan ise “Ben gene bir şey anlamadım” diye yazdı.
Görüldüğü üzere, herkesin kafası karışık...
Boş tarafı var, dolu tarafı var. Taban baskısıyla gerçeklik arasında sıkışmışlık hali var. Dolu tarafına ve gerçeklik bölümüne bakmak niyetindeyim. Şu cümleyi önemsiyorum: “Geçmişte bazı olaylar yaşandı ama artık geride kaldı. Seçimle gelen
iktidar seçimle değişmeli.”
Esas olan, bu cümleye sadakattır.
Rüzgar gülü
Balyoz Darbe Planı’nda “işbirlikçi” listede adı çıkan isimlerden Posta Yazarı
Yazgülü Aldoğan, Akşam Gazetesi’nden Nagehan Alçı’ya anlatmış: “
Ordu babamı aldı ben nasıl orducu olurum.”
“Ordu aldı” sözüyle babasının
Kore Savaşı’nda şehit düşmesine gönderme yapıyor. “Şehitlik” mertebesine tepkili...
İnancı yoksa bize ne? Olabilir...
Söyleşiyi okudukça dehşet anlar yaklaşıyor. Şöyle diyor: “Türkiye’de hala çoğunluk 60 darbesinin (27
Mayıs 1960) arkasındadır. Yargılanmalar hatalıydı ama darbenin yapılış nedeni haklıydı. Türkiye’de darbeciler Latin Amerika’daki gibi değil, çok uzun kalmıyorlar.”
Darbe karşısında
şapka çıkartıyor, fazla kalmadıkları için de darbecilere minnettar. Kendisiyle CNN Türk’te Reha Muhtar’ın programında karşılaştığımızda notumu vermiştim ama bu söyleşiyle zihnimde iyice sıfırlandı.
O programda beni çok bilmekle suçlayan hanımefendiye “benim yaptığım işe gazetecilik denir ama senin yaptığın işe ne denir bilmiyorum” demiştim, şimdi öğrendim.
Bakalım siz bulacak mısınız?