Balyoz Planı, 2003
darbe tatbikatı,
Genelkurmay Başkanı'nın dar alana sıkışmış açıklamaları… Bunların hepsi tek tek ve hep birlikte
Türkiye'nin dününü kurcalayan, yarınını temizleyecek gelişmeler.
Ama merceğin odağını iyi ayarlamak gerek…
Asker meselesinde her zaman iki katman olmuştur.
Birincisi askerin fiili siyasi girişimleridir. Açıklamalar, bildiriler, muhtıralar, darbe girişimleri, darbeler bunlar arasında yer alır.
İkincisi mevzuatın askere verdiği siyasi müdahale imkânlarıdır. Bu imkânlar orduya
sistemin içinde özerk ve denetime kapalı alanlar sunar, aynı zamanda siyasi
iktidarı dahi
hedefleyebilecek siyasi
eylem zemini hazırlar. MGK eski gizli yönetmeliği buna açık örnekti.
Balyoz Planı bu iki yönü birleştiriyor, "yasal imkânların zemininde ve onlar aracılığıyla" darbe girişimine ve planlamasına işaret ediyor. Ne var ki, bu bağlantının kurulması ana sorunu, ana yatağı ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Türkiye ve siyasi iktidar bu konuda tarihi bir yol aldı ama bu yolun henüz sonuna gelinmedi.
Mevzuat bir noktada hüküm sürmeye devam ediyor.
5 yıl geriye gidelim.
10
Mart 2004…
Darbeleri engelleyen, şahinleri
tasfiye eden, gemisini limana çeken
kaptan olarak anılan
Hilmi Özkök
Genelkurmay Başkanı. O tarihte ortaya bir
fişleme skandalı çıkmıştı.
İstanbul 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'ndan kaymakamlıklara gönderilen bir yazıda, "AB ve ABD yanlısı kişiler ve yüksek sosyete" hakkında istihbari bilgi toplanması istenmişti.
Ve
kıyamet kopmuştu…
16 Mart 2004 tarihinde
Genelkurmay Başkanlığı konuyla ilgili bir açıklama yaptı.
Açıklama aynen şöyleydi:
"Emniyet Asayiş Planlarının Garnizon Komutanlıkları'nca geliştirilebilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan istihbarat bilgilerinin temini için bir askeri komutanlıkça bazı kaymakamlıklara gönderilen yazılar basında büyük yankı bulmuştur (…)
Valiler
asayişinden sorumlu oldukları illerdeki asayiş olaylarını, emirlerindeki polis ve
jandarma kuvvetiyle önleyemezler veya önleyemeyeceklerini anlarlarsa en yakın askeri birlikten
yardım isterler (…)
Olayın polis ve jandarmanın baş edemeyeceği bir boyuta ulaştığı anda görev alan komutanın, bu görevi, olay daha da büyümeden başarabilmesi için önceden plan hazırlamasının ve bu planı hazırlayabilmesi için il veya ilçede doğabilecek çok çeşitli olaylar hakkında bilgi toplamasının, bu bilgilere göre
teşkilat, teçhizat, muhabere irtibatları ve eğitim çalışmaları yapmasının zorunluluğu açıktır.
Kaldı ki, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ve buna istinaden Genelkurmay Başkanlığı ile
İçişleri Bakanlığı arasında yapılmış olan
protokol da bunu öngörmektedir. (…)”
Ne diyor 2004'te Genelkurmay Başkanlığı?
Askerin toplumsal olaylar ve onu harekete geçirecek toplumsal kesimler hakkında bilgi toplaması ve buna göre eğitim ve
hazırlık yapması mevzuat gereğidir.
Yani garnizonlar istihbarat yapıyor ve fişliyor.
Kimi takip ediyor, fişliyor?
Tehlikeli gördüklerini.
Kim tehlikeli?
Onlar kimi uygun görürse o, bu olaya göre ise. AB yanlısı olanlar ve sosyetikler.
Peki, hangi mevzuat gereği yapıyor asker bunu?
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ve buna istinaden Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında yapılmış olan protokole, yani EMASYA'ya göre yapıyor…
Açık: O gün bugün biliniyor bu yasal alt yapı, üstelik sistemin ne olduğu ve nasıl işlediği en üst düzeyden Genelkurmay Başkanlığı tarafından açıklanıyor, …
Tam 5 yıldır biliniyor durum…
Kim ne yaptı bu konuda?
Basın ne yazdı?
Sivilleşme konusunda bu denli risk alan, bu denli kararlı siyasi iktidar nasıl atladı ya da niye hafife aldı bu meseleyi?
2004 Mart, altını çizelim, 2003 Mart Balyoz Planı'ndan 1 yıl sonra…
O fişler hâlâ duruyor, o sistem hâlâ çalışıyor…
Bu darbe girişimimin ötesinde bir durum…
Bir sistem bu…
Üstelik EMASYA tek unsuru da değil sistemin…
Demokratikleşme ve sivilleşme de hedef belli değil mi sizce?