Tarih şahittir ki askerin
desteklediği hiçbir parti
iktidar olamıyor. Neden? Çünkü bu millet askerini kışlada seviyor. Görevini yerine getirirken seviyor. İster ki
Mehmetçik siyasete bulaşmasın, politikaya karışmasın.
Yerden göğe kadar da haklıdır. Kışla siyasete ne kadar yaklaşırsa, kamu düzeni o kadar yerle bir olur, askerlik mesleği o kadar yerlerde sürünür.
Saunacılar, Eryamancılar, Kafesçiler, Balyozcular! Eğer memleketin doğru yönetilmediğini düşünüyorsanız bir siyasî parti kurun. Çıkarın
üniformalarınızı ve gür sesinizi kamu vicdanını
hedef alarak yükseltin. Bakalım bu büyük millet size ne kadar oy verecek? Daha önemlisi mesleğinizi ifa ederken size duyduğu sevginin ne kadarını sizin siyasî kimliğinize de gösterecek? Hodri meydan!
"Ben muvazzafken siyasete yön vereceğim" denebilir mi? Ne mümkün! Elinde
silahı olan, topa tüfeğe hükmeden bir kadro bizzat ve bilfiil siyasetin aktörü haline gelirse ortada siyasî
rekabet kalmaz ki. Partilerin de bir anlamı olmaz, sandığın da. Zaten
kanun yapıcı bu mahzuru apaçık gördüğü için asker kişilerin siyasî beyanatta bulunmasına
yasak getirmiş; onu bir suç kabul etmiş. Siyasî beyanatta bulunmak! Beyanda bulunmak suç olur da siyasî maksat için alavere dalavere yapmak,
kaos çıkarmak, vatandaşı fişlemek,
halkı birbirine düşürmek, derin mahfillerde yapılan planlarla devlet yönetimini ele geçirmek, halkın seçtiği hükümeti devirmek, yeni bakanlar kurulu oluşturmak gibi eylemler suç sayılmaz mı?
Kamu vicdanını tam şu noktaya getirdiler: "Madem memleketi yönetmeye o kadar heveslisiniz kurun bir parti; siz de rahat edin vatandaş da rahat etsin." Bakın kendini "
efsane komutan" gören bir adam parti kurdu, meydanlara çıktı. Sandı ki milyonlar peşinden koşup gelecek. Yüz kişinin toplanmadığını görünce küplere bindi beyefendi. Sonra kalktı bir televizyon kanalımıza
hakaret etmeye yeltendi. Bu mudur siyaset? Adam
seçim meydanını askerî kışla zannediyor. Sesini yükseltince milletin pusacağını sanıyor. Git bakalım sandığa da orada görelim boyunun ölçüsünü. Bir sinema filmindeki karakterin senden esinlendiğini söyleyip artistlik taslamakla halkın sorunlarına çare olacağım deyip siyaset arenasına çıkmak arasında bir
uçurum vardır. Bunu anlamak için siyasete bizzat girmek yeterlidir sanırım...
Bırakın siyaset meydanında kükreyip korku (!) salmayı, bazı
emekli kişiler bir televizyon kanalında bir
mikrofon bulsa bağırıp çağırmayı maharet sanıyor. Sanırım bu tipler televizyona çıktığında çocuklar "Baba kim bu amca? Niçin bağırıyor?" diye soruyorlar. Bu
manzara karşısında acı bir gülümseme yaşayan
babaların televizyon kanalını değiştirirken acı askerlik hatıralarından bahsetmemelerini dileriz... Velhasılı kelam; bağırıp çağırarak konuşulmaz. Hele elinde silah, sırtında üniforma varsa! Aslında o silah da o üniforma da kutsal bir emanettir ve milletin parasıyla alınmıştır. Dolayısıyla da millete karşı kullanılmaz.
Üzülerek belirtmek zorundayım ki; gözbebeğimiz / ordumuz çok yıprandı, çok yıpratıldı. Laf ebeliği yapmaya, hedef saptırmaya, gerçeği örtbas etmeye hiç gerek yok.
Ordu ile siyaset arasındaki mesafe daralınca, hatta bu iki kavram iç içe girince; üstelik bu korkunç manzaranın üzerine cunta gölgesi düşünce yaşandı bu
facia. Vaktiyle Kenan
Evren, Turgut Sunalp Paşa'nın partisine ima yoluyla destek istemişti de halk
Özal efsanesinin doğmasına karar vermişti. İma yoluyla bile siyaset yasaktır askere! Vaktiyle halkın vermediği iktidar gücünü 27 Mayısçı cunta İsmet Paşa'ya bahşetmişti. O gün bu gündür
CHP yerlerde sürünüyor. Bugünkü zımni
ittifak CHP'yi çökertiyor.
Yıpranmayı bitirecek tek formül var:
Asker, siyasetten elini çekecek ve milletin gönlündeki tahtına yeniden oturacak. Bunu yapmak için yakasını cuntacılardan kurtarmak zorunda. En iyisi cuntacılar bir parti kursun. O zaman görelim kimin ne kadar sempatik olduğunu....