Sabih Kanatoğlu “bu hükümetin
Anayasa’yı değiştirme yetkisi yoktur!” dedi ve Anayasa Hukuk’undan sınıfta kaldı!.
Ardından da, yetkisi değil de “hakkı olmadığını” söyleyerek, kazı çevirdi, yanmasın hesabı!.
Kanadoğlu: “
Türkiye sosyal hukuk devletidir” diyor. Doğrudur. Ardından ekliyor: “Ancak
Atatürk Milliyetçiliğini unuttuk!”
Atatürk’ü ve Milliyetçiliği kimlerin unuttuğuna bi bakalım mı hele?
Cami bombalama tasarılarının Atatürk ya da Milliyetçilikle ilgisi ne? Balyoz’un ve de bi alay şifreli ad yemiş
darbe planının Milliyetçilikle bağlantısı var mı?
Ergenekon’mudur Atatürk’ün istediği?
Milliyetçiliğin gereği midir seçimle işbaşına gelen hükümetleri devirme çalışmaları?
Devam edelim Sabih Bey’in,
Balıkesir Barosu’ndaki sözlerine: “Başlangıçtaki ilkeleri unuttuk. Başlangıçtaki ilkelerde
laiklik vardır, güçlerin ayrıma vardır.”
Laiklik durmuyor mu? Kim “laiktir” diye tutuklandı, cezalandırıldı, işine son verildi?
Başlangıçtaki ilkeler olduğu gibi duruyor. Sonradan hukuğa yama gibi yapıştırılan
İstiklal Mahkemelerine, Devlet
Güvenlik Mahkemelerine karşı çıkmayacaksın, ama bugün hukuk yok diyeceksin!?
Buna nalıncı keseri üstatlığı denir!
Bu lafları daha önce de o kadar çok duyduk ki!
Zamanında Adnan
Menderes için söylediler bağıra çağıra. Menderes’i astılar sonunda ve muratlarına erdiler. Ardından rahmetli Turgut
Özal, “Diktatör... Faşist... Laiklik düşmanı...” diye yerden yere vuruldu
yandaş medyalarınca. Kürsülerden Özal’a “Çankaya’nın Şişmanı! Seni oradan yaka paça aşağı indireceğiz!” diye bağıranları unutmadık. Özal’a düzenlenen suikast da hala akıllarda.
Neyse 1993’te de ondan kurtuldunuz.
Türkiye’nin çehresini değiştiren, sizleri de, yakanıza asılıp çeke çeke, yirmi birinci yüz yıla taşıyan,
halkın “tonton” diyerek sevdiği Özal’dan da kurtuldunuz.
Sıra geldi Tayyip Erdoğan’a.
Aynı laflar, aynı senaryolar ve tezgahlar.
Sevdiğiniz biri
iktidarsa, halk perişan da olsa,
demokrasi yerlerde de sürünse gıkınız çıkmaz!
Ama sevmediğiniz biri, hem de tek başına iktidar olmuşsa, o saat
diktatör damgasını yiyor!
Daha üç gün öncesine değin
Anayasa Mahkemesi’ni, Ak Parti’yi kapatmadı diye eleştirenler, en başta Sabih Bey olmak üzere, bakın ne diyor Balıkesir Baro’sundaki toplantıda: “
Anayasa değişikliği yaparsanız yapın! Anayasa Mahkemesi iptal eder!”
Pes doğrusu!
Evet, 367 Sabih otur, yine sıfır!
İstanbul haritaları
Sevgili Ali
Ağaoğlu, İstanbul’un 500 yıllık öyküsünü görsel bir anlatımla özetleyen harika bir kitap hazırlatmış.
“Bu kitaba bakarken, hayallerin içine dalıp gidebilirsiniz...
Bir yandan İstanbul’u anlamaya çalışırken, diğer yandan varlığına katkıda bulunmak, onu gelecek kuşakların da ilham alacağı bir yer olarak yaşatmak, hepimizin görevi.”
Ayşe Yetişkin
Kubilay Hanımefendi’nin hazırladığı kitap, 1422-1922 arası İstanbul haritayarıyla bezenmiş.
Düşünün hele M.Ö. 7 yüzyıldan bu yana var olan bir
kent İstanbul.
Tam 1300 yıl Doğu Roma İmparatorluğu’nun, 500 yıl da
Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti.
Kitabı insan okumuyor, hayranlıkla seyrediyor!
Eline, aklına çabana sağlık
Ali Ağaoğlu.
Ağca bizim Lee Harvey Oswald’ımız mı?
Aşağı yukarı otuz yıl geriye dönün. Sıkıyönetim Komutanı
Orgeneral Necdet Üruğ, Ağca’nın sorgusu için polise neden
ek süre verilmediğini sonunda bir televizyon programında açıkladı.
Dönem kamu kurumlarının yapay bir biçimde bölündüğü dönemdi.
Emniyette de Pol- Bir ve Pol-Der diye iki karşı
dernek mi dersiniz, grup mu dersiniz ne derseniz deyin, kutuplaşma vardı ki, birbirlerine
selam vermez, aynı arbaya binmez, devriyeye yan yana çıkmazlardı. Hangi grup soruşturmayı yürütüyorsa, soruşturmalar ya sonuçsuz kalıyor ya da çıkmaz sokaklara dalıyordu. Dahası
sivil cezaevlerinde ayaklanmalar, birbirini izliyordu.
“Böyle bir ortamda Ağca yakalandı. Emniyet, hazırlak soruşturması için kendi yetkisindeki bir haftalık süre yetmediği için Sıkıyönetim Komutanlığından, 15 gün ek süre istedi. Bu yetkiyi de aldı. Sonra,
sorgulama bitmedi gerekçesiyle 15 günlük ikinci bir ek süre istediler. Özetlediğim nedenlerle takdir hakkımı kullanıp, bu öneriyi geri çevirdim!”
Buraya kadar doğrudur Necdet Paşa’nın anlattıkları.
Ancak Ağca, sivil değil askeri cezaevinden kaçtı!
Paşanın
yanıtı şöyle: “Kaçmadı! Kaçırıldı! Maltepe’de, Osmanlı’dan kalma bir cephanelikte tutuluyordu. Hapishane dediğimiz bu işte.”
Niye doğru dürüst bi askeri
hapishanede değil sorusunu da ben sorayım. Ama yanıt veren olmaz!
Peki asker yardımcı oldu mu kaçmasına sorusu, Necdet Paşa’yı öfkelendiriyor:
“Bunlar kandırılmış insanlar!
Asker,
çavuş, birkaç tane ast
subay ve
küçük rütbeli subay... Parayla, kadınla neyse kandırmışlar!”
Dönemin sivil sorumluları, yani İçişleri Bakan’ı Hasan Fehmi
Güneş’le Emniyet Genel Müdürü
Hayri Kozakçıoğlu, öyle dişe dokunur birşey söylemiyor. Güneş: “ Bana sorar ben de cevaplarsam çok acı şeyler söylerim. Ama iş karışır!” diyor.
Rahmetli
Abdi İpekçi öldürüldüğünde doğanlar bugün 31 yaşına bastı. Hala herkesi tatmin edecek bir yanıt bulunamadı bu cinayeti kimlerin nasıl işlediğiyle ilgili.
Mehmet Ali Ağca, bizim Lee Harvey Oswald’ımızdır!
Bugün kimse Oswald’ın Dallas’da Kennedy’i dededen kalma bi tüfekle, kitap deposunun dördüncü katından ateş ederek tek başına vurduğuna inanmıyor.
Mafya’dan tutun CIA’den ayrılmış katillere hatta Oliver Stone’a inanırsanız, Beyaz Saray’a değin uzanan bir
komplo sonucu öldürüldü Kennedy , diyen diyene... Orada da insanlar konuşmadı... “ortalık karışır”, falan gibi laflar geveledi... Ama sonunda,
Kongre bi araştırma Komisyonu kurarak, “cinayeti Oswald’ın tek başına işlemediği yolunda ciddi bulgular var!” diye bir görüş bildirdi. Ve olay kapandı!
Evet, bence Ağca maşanın da maşasıdır. Tıpkı Oswald gibi; tıpkı Robert Kennedy’i öldüren Sirhan Sirhan gibi!