En azından tamamı uygulamaya geçmeden bir savaş oyunu daha deşifre oldu. Son altı ayda açığa çıkan bu kaçıncı
darbe planı!
Dursun Çiçek imzasıyla hazırlanan millete karşı kirli
eylem planından sonra,
Kafes eylem planı gündeme geldi. Ardından
Türkiye, başka bir olay ve başka bir planla şok geçirdi. Başta
Bülent Arınç olmak üzere hükümet üyelerinin aylar boyunca izlendiğinin tespit edilmesi üzerine ortaya çıkarılan
darbe planı tartışılmaya başlandı. Yakamoz,
Ayışığı, vs. vs. vs... Bütün bunlardan sonra şimdi de en kanlı darbe planı
Balyoz gündemde.
Bu eylem planlarının içinde neler var, ne tür olayların olması öngörülüyor, bunu
gazete ve televizyonlardan izliyoruz. Burada yeniden tekrar etmeye gerek yok. Ne zaman bu tür planlar ortaya çıksa, ne zaman darbecilerin ufak tefek itiraflarını okusam, yakın tarihe yeniden bakar, olayları bir de yeni bilgiler ışığında anlamaya çalışırım.
HSBC'nin ve Neve Şalom Sinagogu'nun bombalanmasını, Anafartalar ve Güngören'deki bombalı saldırıları, Güneydoğu'da ihtiyaca göre artan ve azalan
terör olaylarını, son Reşadiye katliamını şimdi yeniden mercek altına almak lazım. Bunların acaba hangi eylem planının parçası olduğuna bir kez daha bakmak gerekiyor. Faili belli olmayan ya da tetikçisinden öteye bir türlü geçilemeyen her olayı, bu gözle yeniden irdelemek ve Türkiye'nin nasıl bir çadır tiyatrosuna mahkûm edildiğini anlamak lazım.
Darbelerin, siyasete müdahalelerin bu kadar harala gürele tartışıldığı bir zamanda,
Anayasa Mahkemesi'nin apar topar, askerlerin
sivil mahkemelerde yargılanmasına imkân veren kanunu iptal etmesi, bu tiyatronun en büyük ispatı değil de nedir? Tam da Balyoz darbe planının ortaya çıkmasının hemen ardından Mahkeme'nin yasayı iptal etmesi, olayı tek kelimeyle şaibeli hale getirmiştir. Verdiği karar sadece siyasetle açıklanabilir.
Anayasa Mahkemesi, sürekli
yetki alanlarını büyüten, demokrasinin önünde büyük bir heyulaya dönüşmüştür. Sadece bir siyasi parti gibi değil, hem yasama, hem yürütme hem de yargı organı gibi hareket eden bir heyula... Nereye kadar genişleyeceğini, yetki alanlarını nereye kadar büyüteceğini kimse kestiremiyor.
Ama çadır tiyatrosunda asıl ortaya çıkan, aydın ikiyüzlülüğüdür. Bir hafta önce hangi
tartışma ortaya atılmıştı, hatırlıyorsunuz. Kendini 'daha önce demokrattım, başörtülülerin hakkını bile savundum' sözleriyle
tarif eden bazı aydınlar neyi gündeme getirmişti? Türkiye'de sivil vesayeti tartışmaya açmışlardı, hatırlıyor musunuz? Gerçi daha önce
Menderes ve
Özal dönemlerinde de aynı tartışmalar başlatılmış, sivillerin söz sahibi olmasından aydınlar ve gazete yönetimleri nedense pek bir rahatsız olmuşlardı...
O zaman kimler düğmeye bastı bilemiyorum ama
AK Parti döneminde başlatılan sivil dikta tartışmalarında düğmeye 'Balyozcu paşa'mızın bastığının gün yüzüne çıkması bir hayli ilginç. Aktüel dergisinin haberine göre
emekli Orgeneral Çetin Doğan 1.
Ordu Komutanı iken AK Parti'yi Nazilere benzeten binlerce
faks çekmiş. Gönderilen fakslarda AK Parti'nin seçimi kazanmasıyla Hitler'in iktidara gelişi arasında özdeşlik kuruluyor, Hitler'in seçimi kazanmak için "Ben değiştim." dediği ve diktatörlük için demokrasiyi kullandığı belirtiliyor.
2003 yılındaki bu cümleleri bugünden hatırlıyor musunuz? Bazı 'eski' demokrat yeni 'vesayetçi' aydın, gazeteci ve akademisyenlerin söylemlerine ne kadar da benziyor öyle değil mi? 'Yoksa bunlar aynı yerden mi besleniyor?' dersiniz. Hakikaten Türkiye'de nasıl bir çadır tiyatrosu kurulmuş meğer, farkında değiliz...