MUHSİN
Ertuğrul Sahnesi’ni gezdiniz mi? Ben hem Sahne’yi hem bitişiğindeki Harbiye
Kongre Merkezi’ni gezdim. Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’la CNN Türk’te “Eğrisi Doğrusu” programında bir
mülakat da yaptım, bu eserlerden dolayı kendisini açıkça kutladım da...
Kongre Merkezi’ni ve Sahne’yi burada anlatmanın manası yok, imkânı da yok. Gidip görmek lazım. Bu haftadan itibaren, o muhteşem “Keşanlı Ali”yi izlemek için gidenler,
Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin hem ihtişamını hem
teknik mükemmeliyetini görecekler.
Kadir Topbaş görüşmemizde Sahne’nin yenisi inşa edilmek üzere yıkılması sırasında yapılan
protestolardan çok üzülmüştü, “anlayışsızlıktan” dert yanıyordu.
Baş
bakan Erdoğan da “2010
Avrupa Kültür Başkenti” etkinliklerinin açılışında yaptığı konuşmada aynı ‘hissiyat’ı dile getirdi, çok duygulu bir ifade ile
sitemde bulundu:
“
Cami inşa edeceğimizi bile iddia ettiler. Sanki tiyatro düşmanıyız. Ciğerlerimize kadar kan ağlatıyorlar bize!”
Erdoğan bu tür yakınmalarında haklı mı?...
Eski, tutucu
damar
İnternetten de araştırdım. O zamanki protestolardan birkaç örnek vereceğim... Önce sanatçıların protesto gösterisine katılmaları için yayımlanan “Çağrı” şöyle sona eriyor:
“AKP durdurulmalıdır! Yıkıma hayır!
Karanlığa Karşı
Sanat Cephesi!”
Şu tür köşe ve site yazıları yayımlanmış:
“Rantiyeler, vandallar ve sanat düşmanı barbarların kurduğu üçlü kutsal ittifakın ‘kazmaları’ Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkımına başladı...”
Ve Mimarlar Odası’ndan protestolar:
“Bu girişimlerin esasında IMF’ye verilen sözler vardır. 2009 yılında IMF Guvernörler Toplantısı’nın İstanbul’da yapılacak olması dolayısıyla, IMF’ye hükümet tarafından bu bölgede ‘Kongre Vadisi’ yapılacağı ve toplantıların bu bölgede yapılacağı güvencesi verilmiştir. Bunun arkasında IMF’ye verilen sözlerin yanında, bölgede yeni mekânlar açma,
rant elde etme ve kültür mekânlarını yıkma gibi anlayışların da olduğunu bilmekteyiz...”
Ama ortaya sanatçıların da büyük takdirini kazanan muhteşem bir Muhsin Ertuğrul Sahnesi çıktı. Protestoculardan bazıları ‘yanılmışız’ deme erdemini gösterdiler.
Türkiye’de kendini ‘ilerici’ zanneden ama çoğulculuktan korkan böyle tutucu bir damar vardır. Renkli TV’ye, otomotiv sanayine, dışa açılmaya falan bile karşı çıkmışlardı!
Laik kesime
açılım!
Böyle bir damar yargıda da vardır; bu tür yargı kararlarının örneklerini defalarca bu köşede yazdım.
Gerçi
Kültür Başkenti Etkinlikleri bile Türkiye’nin ulaştığı modernleşme düzeyini görmek için yeterlidir. Erdoğan da Topbaş da bu tür konularda karşılaştıkları anlayışsızlıklardan yakınmalarında haklıdırlar...
Fakat Erdoğan’ın dikkate alması gereken bir gerçek var:
AK Parti iktidarı döneminde gerilim ve kutuplaşma sertleşmiştir!
Bunu normale çekmenin yolu, Erdoğan’ın ve partisinin ‘laik’ kesimdeki korkuları yatıştıracak isimlere açılmasıdır. Parti, hükümet ve özellikle
bürokrasi kadrolarında bu kesimden liyakatli isimlere yer vermesidir.
Turgut
Özal “Dört akımı birleştirdik” derken en önemli amacı buydu: 1970’lerde birbirinin kanına girmiş kesimlere ve seksen yıldır birbirine kuşkulu bakan kesimlere “uzlaşma” mesajı veriyordu. O da büyük anlayışsızlıklarla karşılaştı ama bu ‘açılım’ın yararlarını da gördü...