"
Irak Bölgesel
Kürt Yönetimi"ni kabullenmekte güçlük çekiyoruz. Bu bölgesel, uluslararası ve anayasal siyasi gerçeği telaffuz etmek istediğimizde dilimiz dönmüyor.
Türk kamuoyunun kaygıları ve zahirde öne sürdüğü gerekçeleri var; bilinçaltımızla ilgili bir boyutu da var.
Diyoruz ki, "Irak'ın kuzeyinde bize karşı bir feder
e devlet kuruluyor". Bunun arkasında ABD ve
İsrail var. İsrail'le sorunlar yaşıyoruz, ama en üst düzeyde askerî ve siyasi ilişkilerimiz sürüyor. ABD ile "stratejik
ittifak"tan "
model ortaklık"a geçtik. ABD, Afganistan'dan Yemen'e
İslam dünyasındaki yapıları hallaç pamuğu gibi atıyor,
kaos yaratıyor, dengeleri altüst ediyor. Buna rağmen en yetkili ağızlarımız "ABD ile dış politikada tam bir görüş birliği halindeyiz" diyor. Yani biz ABD ve İsrail'le her türlü ilişkiyi kurabiliriz, başkaları kurunca suç oluyor. Bunun bize de "inandırıcı gelmeyen zahiri bir gerekçe" olduğunu
itiraf etmekte güçlük çekiyoruz.
Daha derinde "kaygılarımız" var. Diyoruz ki, "Irak'ın kuzeyinde bir "Kürt federe devleti kurulacak olursa, bu
Güney Kürdistan olacak, bu da otomatik olarak '
Kuzey Kürdistan'ı çağrıştırır. Zamanla 'güney ve kuzey birleşme'ye kalkışırsa, bu
Türkiye'nin parçalanması anlamına gelir." Bunun büsbütün bir paranoya veya yersiz bir kaygı olduğu söylenemez. Ancak
Barzani de şunları söylüyor: "Kürtlerin dört ülkeye dağıldıkları doğru. Sorunları var. Her Kürt grubu kendi sorunlarını kendi yaşadığı ülkeyle çözecek, Kürtlerin sorunları o ülkenin iç meselesidir." Barzani "şimdilik" böyle konuşuyor olabilir. Ama bizim uzak geleceğe matuf bir niyet okuması yapıp "
Hayır, biz her attığınız adıma karşı çıkacağız" diyebilir miyiz? Barzani veya başka bir lider, söylemini değiştirinceye kadar, şimdi söyledikleriyle amel etmekten başka seçeneğimiz yok.
PKK, Irak'ın kuzeyinde,
Kandil Dağı'nda. Bu tabii ki ciddi bir konu. Geldiğimiz noktada Kürt Bölgesel Yönetimi, Türkiye ile
işbirliği teklif ediyor. Ama öncelikle biz "içeride" Kürt sorununu tatminkâr bir hal yoluna koyarsak,
Kuzey Irak boyutu büyük ölçüde hafifler. Kısaca dış boyutunu büsbütün rafa kaldırmadan sorunu önce kendi içimizde halletmeliyiz.
Bizim "bilinçaltımız"ın Kürt gerçeğini kabullenmekte oynadığı rolün çoğumuz farkında değiliz. Düne kadar siyasilerimizin ve aydınlarımızın "başında poşusu, ayağında şalvarı aşiret liderleri"nden bahsettiklerini unutmayalım. Bizim neredeyse 1856'dan bu yana geleneksel devletle ilişkimiz kalmamış. Buna rağmen kendimizi "devlet geleneği olan güçlü millet" addediyor,
Ortadoğulu
toplumları "kabile ve aşiretler toplulukları" görüyoruz. Oysa bizim "
modern-ulus devlet"imiz ile onların kurduğu ve bugün Kürtlerin kurmaya çalıştığı modern-ulus devlet arasında mahiyet farkı yok. Hepsi Avrupa'nın bilinen merkezlerinden
kopya edilmişler; orijinal nüsha
Fransız devriminden beri
Paris'te korunuyor. Bizim sorunumuz, Batı'nın bize uyguladığı oryantalizmi, aynen iktibas edip dışımızdaki
Müslüman halklara uygulamaya kalkışmamız. Nasıl ucube bir ruh hali sergilediğimizi biz fark edemiyoruz.
Irak'ın kuzeyinde, bizim irademiz dışında bir "siyasi gerçek" teşekkül etmiş durumda. Bunun bölgesel, anayasal ve uluslararası desteği var. Bizim dışımızdaki Ortadoğu çoktan bu gerçeği kabullenmiş. Biz daha resmen tanımış değiliz.
Kuzey Irak, bizim için salt "siyasi ve askerî" bir sorun. Paris bize çok yakın,
Erbil uzak ve
yabancı bir dünya. Medyamız bu beşeri havzayı bizi tehdit eden "kargaşa,
terör, güvensiz liderler ve tarih-öncesinde yaşayan insanların diyarı" olarak resmeder. Oysa İstanbul'dan 1,5 saat mesafedeki Erbil'e gittiğinizde, sakin bir toplum,
Urfa-Mardin'in devamı bir beşeri coğrafya ile karşılaşırsınız. İnsanlar sıcak, Türkiye'yi seviyor. İlişki ve
diyalog kurmaya istekli. Ama kesinlikle içine girdikleri süreci geri çevirmeye niyetli değiller.
16 Ocak günü İstanbul'da Medialog Platform'un bir araya getirdiği 60 civarında Türk ve Kürt yazar bunları konuştular. Çok da iyi oldu.