Medya, diplomasiye böyle yaklaşamaz


Türkiye-İsrail ilişkileri hafta içinde koptu kopacak bir noktaya geldi. İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, diplomasi tarihinin en saçma, en küstah davranışlarından birini ortaya koyunca böyle bir manzara çıktı ortaya. İsrail Bakan Yardımcısı, güya Türk büyükelçisini daha düşük seviyede bir koltuğa oturtarak ders vermeye yeltenmişti. Ortaya çıkan fotoğraf gerçekten yaralayıcı, üzücü, küçük düşürücü bir manzaraya neden olmuştu. Bu nedenle de Türk Dışişleri, gereken onurlu tepkiyi vererek derhal özür dilenmesini istedi. Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül, en üst düzeyden özür beklentimizi dile getirdi. Hatta Cumhurbaşkanı, 'Bu akşama kadar özür dilenmezse büyükelçimizi çekeriz' diyerek en üst seviyeden Türkiye'nin tepkisini ortaya koydu. Neyse ki İsrail Bakan Yardımcısı'nın absürt mesaj tekniği dünyada hatta İsrail'de de gülünç ve saçma bulundu. Böyle bir tablo karşısında İsrail'in özür dilemekten başka çaresi kalmamıştı. Nitekim kendilerine tanınan süre dolmadan özür mektubu geldi. Başbakan Erdoğan'ın, gelen mektubun yeterli bulunduğunu açıklaması üzerine iki ülke arasındaki diplomatik kriz sona ermiş oldu. Sanırım İsrail Dışişleri, bu hadiseden gereken dersi çıkarmıştır. Çünkü dünya basınının diline böyle talihsiz bir olayla düşmek, hiçbir ülkeye itibar kazandırmaz. Hadise kapandığına göre geriye dönüp bazı değerlendirmeler yapmakta fayda var. Özellikle medya için bir durum değerlendirmesi yapmak şart. Bir kere şu gerçeğin altını çizmek şart: Uluslararası ilişkiler, duygusal tepkilerle değil; akıl, mantık, sağduyu ve çıkar hesaplarıyla yürütülür. İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı, bu gerçeği atlayarak hayatının en büyük hatasını yaptı; hem kendi kariyerini altüst etti hem devletini zor durumda bıraktı. Türk Dışişleri uzun zamandan beri devam eden ve genelde takdir toplayan vakur duruşunu bozmadı ve bu krizden de kazançlı çıktı. Diplomasinin etkin yollarına başvurdu ve semeresini de aldı. Peki ya Türk medyası? Tabii ki hariciye kadar soğukkanlı davranması beklenmez medyadan; ancak medyanın da bir sorumluluk çizgisi olduğunda şüphe yoktur. Hatta herkes sağduyusunu kaybetse bile medyanın sağduyulu kalması; tepkilerini akıl, mantık çerçevesinde göstermesi gerekir. İşte o gün atılan başlıklar: Özür dile rezil. Sersemlik. Haddinizi bilin. Ortaçağ tepkisi. Alçak tezgâh. Alçak diplomasi. Küstahlık. One minute sayın bakan... Aslında bu başlıklar hepimizin gururunu okşamıyor değil. Büyükelçimize yapılan saygısızlık ve haksızlık karşısında yekpare bir duruş takdir de edilecek durum ancak uluslararası ilişkilerde bu tarz sansasyonel yaklaşımlar bazı riskleri de beraberinde getiriyor. Üstelik Türk basınının sıcak yaklaşımı sadece bu olayla sınırlı sayılmaz. Daha önce de pek çok defa diplomatik krizlere hamasetle yaklaştığı hatta ülkeyi savaşın eşiğine getirdiği de söylenebilir. Hatırlanacağı gibi eski ABD Başkanı Bill Clinton, ziyaret için gittiği Yunanistan'da, Türkiye ile Yunanistan'ı 1996'da savaşın eşiğine getiren 'Kardak krizi' hakkında şöyle konuşmuştu: "Büromda, Rus Başbakanı Viktor Çernomırdin ile görüşüyordum. Türk Başbakanı Tansu Çiller aradı ve üzerinde 12 keçi yaşayan bir kayacık için Türkiye ile Yunanistan'ın savaşın eşiğinde olduğunu söyledi. Az kalsın kahkahalarla gülecektim." Kardak kayalıkları nedeniyle savaşın eşiğine gelen Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlikte o günkü medyanın tez canlı yaklaşımları önemli rol oynamıştı. Hatta bazı eleştirilere göre savaşı az kalsın basın çıkaracaktı. Benzer durum, Abdullah Öcalan'ın yakalanma safhasında yapılan bazı yayınlarda da kendini göstermişti. Bazı ülkelere karşı atılan başlıklar bu ülkede ticaret yapan kimi firmaları kara listeye taşımıştı. Hatta isimlerden hareketle yabancı firma olduğu sanılan firmalara bile ölçüsüz ve adil olmayan tepkiler verilmişti. Sözün özü şudur: Haklı olduğumuz yerde (hele, kaba saba davranışlarla küçük düşürülmeye çalışıldığımız yerde) sesimiz gür çıksın, yayınlarımızda vakur bir duruş sergilensin; ancak tribünlere seslenirken uluslararası ilişkilerde iletişim kazasına yol açacak kazalara meydan verilmesin. Kafaları karıştıran bir manzara Uzun zamandan beri AK Parti hükümetine karşı değişik propagandalar yapılıyor. Özellikle de yurtdışında. Mesela deniyor ki; 'Türkiye'de eksen kayması yaşanıyor'. Nakarat halinde sarf edilen bu cümleden asıl maksat, AK Parti'nin Avrupa Birliği ve Amerika ile ilişkilerinin zayıflayıp ibrenin Ortadoğu ülkelerine doğru kaydığıdır. Hükümetin İran, Suriye, Pakistan, Afganistan gibi ülkelerle yakınlaşmasını buna delil gösterenler imaen ya da açıktan açığa demek istiyorlar ki; 'Ey Batı, Amerika ve İsrail'in öteden beri bölgedeki müttefiki olan Türkiye'yi, geçmişinde İslamcılık olan bir partinin hükümet olması münasebetiyle kaybediyorsunuz!' Eksen kayması palavrasının arkasında yabancı devletlerin AK Parti'ye karşı harekete geçirilme arzusu vardır. Zaten o yüzden bu yanlış yorum Amerika'daki düşünce kuruluşlarında ve devlet mekanizmalarında belli kişi ve gruplarca sık sık ifade ediliyor. Hatta bu propaganda belli bir oranda kafaları karıştırmış durumda. O kadar ki Türkiye'nin AB yolunda aldığı mesafe, ABD ile daha yeni tazelediği stratejik ortaklık göz ardı ediliyor. Sanki Türkiye'nin 'komşu ülkelerle sıfır problem' stratejisi sadece Ortadoğu ile sınırlıymış gibi yapılıyor. Oysa Türkiye, Yunanistan gibi her an savaşacağı sanılan bir ülkeyle de dostâne bağlar kurdu. Rusya ile tarih boyunca görülmedik ilişkiler kuruldu bu dönemde. Belli dönemlerde bazı sıkıntılar yaşanan Bulgaristan, Sırbistan gibi Balkan ülkeleriyle de Türkiye altın devrini yaşıyor. Demek ki, sıfır problem politikası sadece İslam dünyası içinde yer alan ülkeleri kapsamıyor. Soru şu: Eksen kayması tartışmasına hararetle katılan bazı çevreler, İsrailli Bakan Yardımcısı'nın densizliği karşısında hadiseye milliyetçi bir söylemle katıldı. Amerika ve İsrail'e kafile kafile giderek Türk hükümeti aleyhinde lobicilik yapan konuşmacıların tam demek istediği de buydu. Yani 'Türkiye, İsrail'in başını fena halde ağrıtacak' diyorlardı. Şimdi ister istemez insanın aklına şu geliyor: Başbakan'ın Davos'taki 'one minute' çıkışında ona çok ağır eleştriler yöneltenler bugün İsrail'e verilen tepkide Başbakan'ın yanında durur gibi yapıyorlar. Bazıları gerçekten Türklük gururuyla mı İsrail'e büyük öfke gösterdi; yoksa eksen kayması teorisini fiilen ispat etmeye mi çalıştı? Zaman içinde bunu göreceğiz... Akşam'ın manşetine imrendim Akşam Gazetesi'nin cumartesi manşetini görünce -ne yalan söyleyeyim- imrendim. 'İhanet izliyoruz' başlığıyla verilen haberlerde televizyon dizileri gündeme getiriliyor, sosyal bir yaraya parmak basılıyordu. Gerçekten de televizyoncular umursamıyor ancak iş çığırından çıkmış durumda. Her dizide aldatma, her dizide 'ahlâkî sınırların zorlanması' ekran kirlenmesine neden oluyor. Bunu açık yüreklilikle konuşmak, tartışmak gerekiyor. Bu tür konuları açtığınızda adeta beşinci kol adına kalem oynatan birileri feryadı basıyor, basın özgürlüğünden dem vuruyor. Aileden sorumlu bakanımız müstehcen yayınlar hakkında üç beş kelam etti de neredeyse linç ediliyordu bazı çevrelerce. Hâlbuki söylenen söz, televizyon yayınlarının uluslararası standartlarına göre de doğruydu. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde müstehcen sayılabilecek görüntüler herkese açık kanallarda verilemiyor. O tip filmlerin izlenebilmesi için ekstra para ödeniyor. Sadece pornografik yayınları kastetmiyorum; temel kanallarda (basic channel) öyle serazat görüntülere rastlanmıyor... Her neyse. Hadiseye 'İhaneTV' esprisiyle yaklaşan Akşam yayın yönetiminin cesaretini kutluyorum. Kendi gruplarında yer alan TV yayınlarına bile aldırmaksızın mercek altına alınan böyle bir haber Akşam'ı küçültmez; tam aksine büyük gazete yapar. Tebrikler! Bu tür konular sadece 'dinî duyarlılığı olan medyanın' değil hepimizin meselesi. Ülkemizin, neslimizin meselesi...
<< Önceki Haber Medya, diplomasiye böyle yaklaşamaz Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER