Temel'le Dursun'un yolu bir gün Londra'ya düşüyor. Akşamüstü gezmeye çıktıklarında bakıyorlar ki elalem hep bir yöne doğru
akın akın gitmekte.
"Nedir bu izdiham; bu kadar ahali nereye gidiyor?" diye merak edip soruyorlar ve öğreniyorlar ki U2 topluluğunun konseri vardır ve millet oraya gidiyor.
Lâf aramızda ben bu U2 topluluğunun adını öğreneli birkaç ay olmadı. 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nda çalışan dostlarım U2'nin İstanbul'da konser vermeye razı olduklarını müjdeyle haber verince kendi kendime, "Nedir yahu, babalarının hayrına mı geliyorlar?" diye taaccüp etmiştim. Meğer bunlar pop
müzik dünyasının en müşkülpesent,
yerli film tabiriyle söylersek, "En sosyal içerikli, en entelektüel" topluluğu imiş. Rejimini beğenmedikleri,
insan hakları ihlâllerinin vaka-i âdiyeden sayıldığı ülkelerde değil konser vermeyi, uçakla üstünden geçmeyi bile zül addederlermiş.
Konserlerine müthiş fiyatlar ödendiği için bu grubun konserlerine de ancak hali vakti yerinde, keçeyi vaktiyle sudan çıkarmış, bir gecelik konsere 300, 500 lira hatta daha fazla para ödemeye âmâde aristokratlar, işadamları ve entelektüeller katılırmış.
Ben pop müzik cahili bir adamım, mevzu U2'ye gelince merak edip garibanların konser salonu YouTube sitesini ziyaret ettim. Müthiş kalabalıklar ve fevkalade bir sahne düzenlemesiyle icra ettikleri birkaç şarkılarını dinledim; eh, güzel çalıp söylüyorlar fakat niçin bu kadar sevildiklerini anlayabilmem mümkün değil yani...
Vaktiyle bizim
Osmanlı sefirlerinden biritayin edildiği Batılı ülkenin başkentinde klasik müzik konserine gitmiş. Kitabında bu konser hakkında diyor ki, "Vallahi pek çok adam, ellerinde muhtelif garip sazlar ile çaldılar çığırdılar fakat bir türlü âhenk eyleyemediler."
Benimki de o
hesap işte; lâkin aristokrat ve entelektüel müzik zevkine sahip okuyucularımın dikkatini çekerim: U2 topluluğu bu yılın yaz veya güz aylarından birinde İstanbul'u teşrif edecek, haberiniz olsun.
Araya lâf girdi, mevzuudan uzaklaşmayalım. Temel'le Dursun, bu satırların yazarından daha ilerde bir müzik zevkine sahip olmalılar ki, "Cidelum, biz de corelum!" diyerek konsere
bilet almışlar.
Konser başlamış, ahali mest ü mağrur şarkıları dinlemekte.
Bizimkiler de herhalde "O kadar para bayıldık; herhalde eğlenmemiz lazım." fikriyle eğlenir gibi yapıyorlar zâhir; derken U2'nin solisti Bono, elini kaldırarak müziği yarıda kesmiş. Herkes şaşırmış. Bono, herkesin dikkatle kendine yöneldiğinden emin olunca havaya kaldırdığı elinin parmaklarını şaklatmış..
İki üç saniye...
Millet "ne oluyor, Bono kafayı mı yedi?" diye düşünürken bir şaklatma daha... Sonra bir daha, bir daha..
Sonra kalabalığa hitaben şöyle seslenmiş:
-Parmağımı niye şaklattım biliyor musunuz?
Onbinlerce kişide ne ses, ne nefes...
Bono sorusuna kendisi
cevap vermiş:
-
Afrika açlık çekiyor, ben her parmağımı şaklattığımda bir çocuk ölüyor oralarda bir yerde...
Refah toplumunun çok gelişmiş üyeleri gerçeğin böyle çıplak ve yalın şekilde ifadesinin şokunu atlatmaya çalışırken bizim Temel'in canı sıkılmış, oturduğu yerden Bono'ya bağırmış,
- Ula a vicdansızın insafsızın evlâdı, sen de parmağını şaklatma o zaman!
*
Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu fıkrayı niçin anlattın, neyi imâ etmek istiyorsun; vardır bunun bir maksadı?"
Yok, vallahi yok.
İnternette
posta hesabı olan herkes gibi ben de içinde gülünç resimler, fıkralar, politik mesajlar bulunan mektuplar alır, nâdiren açar bakarım. Bu fıkra o mektuplardan birinin içinden çıktı. Okudum, aldı beni bir gülme. Dedim ki, "Yahu kim icad eder bu fıkraları?" Öyle ya, fıkra dediğiniz Huda-yı nâbit gibi yerden bitmez, birileri uydurur veya tertipler. Kimdir bu adamlar? Akıllarına bir nükte geldiğinde bunu nasıl yayar, nasıl dilden dile gezdirmeyi başarırlar?
Ha, bir de pps uzantılı slayt gösterileri var; birileri oturup konuya uygun fotoğrafları yan yana getirerek altlarına yazılar yazıyor, üstüne müzik ekliyor, sonra sırf insanlar beğensin, birbiriyle paylaşsın diye salıyor internet ağlarına... Kim yapar bunları, başka işleri güçleri yok mudur? Ne kazanır, nasıl geçinirler?
Lâf aramızda bazıları hakikaten usta işi çıkıyor bu slayt gösterilerinin...
*
Fıkraları kimler uydurur bilemem fakat
Karadeniz fıkralarının çoğunun tornistan olduğu bir hakikattir. İşte şimdi ben de tamamen orijinal olduğunu zannettiğim "çakma" bir Karadeniz fıkrası üretiyorum. Faziletim şurada ki, bu fıkranın kaynağını ve nasıl tornistan ettiğimi de gizlemeyeceğim sizlerden...
Geçenlerde "The Survivors" diye bir film seyrettim. Başrollerinde Robin Williams ile komedi dünyasının büyüklerinden Walter Matthau'nun oynadığı bu filmde (1983 yapımı) bir
kiralık kaatil karakteri var.
Filmin kahramanları, kiralık kaatili istemeden suç işlerken görünce başları derde giriyor ve kaatil bunları başlıyor takib etmeye.
İşte bu kaatil, filmin iki komedyen kahramanını öldürmek üzere kendi evinden ayrılmak üzeredir (ki bu kiralık kaatile Temel diyeceğiz).
Temel eşyalarını toplarken karısı (ona da
Fadime diyelim mi?) Temel'i
yaşlı gözlerle seyrediyor. Temel diyor ki,
-Niye sızlanıp duraysun be Fadime, sus.
-Nasıl susayum, sık sık beni bırakub başka karilara gideceesun; ben ağlamayim da kimler ağlasin?
-İyi ama o cezilerum hep iş icabi idi Fadime, vallahi gözüm senden paşkasını görmeyii..
-İnanmam, isbat et o zaman...
-Bak Fadime beni zorlama; bilmemen gereken şeyler var; bu ev nasıl dönüyor, bu tencereye nasıl yemek konuluyor zannedeysun. Söyletme beni, pişman olursun pak!
-Pişman olmayacağum, yeter çi sen gerçeği soyle pağa!
-Peki sen istedun; ben aslinda kiralik kaatilum. Dahasını söyleyum mu?
-Soyle...
-Bugüne kadar bir sürü adam furdum; pek çok zaman hapislerde yattum, kaçak gezdum; o yüzden eve gelemedum... Dahasını söyleyum mu?
-Soyle soyle...
-Şimdi de yeni bir iş üzerindeyum; iki tehlikeli adamı furmak için peşlerine gideceğum. İnandun mu haçan şimdi pağa?
-Hüü hüüü....
Temel elinde valizi, belinde tabancası ile evden çıkar. Fadime huzur içinde ellerini yukarıya kaldırarak duaya başlar,
-Yarabbim, hamdolsun sağa; Temel'in közü tışarda değul imiş!