Türkiye-
İsrail arası ilişkilerdeki gerginlik, münasebetlerin sıhhatli bir zemine oturmasıyla noktalanabilir. Davos'tan sonra yaşanan ve "özür" meselesiyle aşılmaya çalışılan ikinci
kriz gösterdi ki, bölgedeki gelişmeler iki
ülke ilişkilerini germeye devam edecek.
Gerilmeler münasebetlerin kötüye gittiğini göstermez sadece. Normal olmayan ama bir şekilde yerleşmiş tarz ve usullerin tasfiyesine
hizmet ederek, daha uzun soluklu ve kalıcı ilişkilerin doğmasına yarayabilir. Milletimizin tabiatının ve Devlet-i
Aliye tecrübesinin bunu başarmaya müsait olduğunu biliyoruz. Yeter ki kendimiz olarak hareket edebilelim.
Kendimiz olarak hareket edebilmek, yaratılışımıza ve onun neticesi olarak şekillenen milli kimliğimize uygun davranmak manasına geliyor.
Tarih bize bizi anlatırken, atılgan, azimli, kararlı, gözü pek, sabırlı, dayanıklı, başkalarına karşı müsamahakâr hatta karşısında insan gibi insanları gördüğü zaman kendi menfaatlerinden feragat ederek onları kendisine
tercih edecek kadar îsar ruhlu olduğumuzdan bahsediyor. Aynı zamanda düşmanca tavırlar karşısında gözü pek, dayanıklı, yılmayan bir yapıda olduğumuzu anlatıyor. Bizim milletimiz
mağdur ve mazlum edilenlerin haklarını korumayı kendi haklarını korumakla bir bilmek gibi meziyetleriyle de iştihar etmiştir.
Her milletin bir tarihi var ve milletlerin kimliği orada duruyor. Türkler, Araplar, Yahudiler,
Rumlar, Almanlar, İngilizler, Çinliler... Bizler birbirimizi milli karakterlerimizle çok iyi tanıyoruz. Bazen bir cümle, tarih denilen hafızada birçok hadiseyi çağrıştırıyor ve fevkalade bir teyakkuz durumu çıkıyor ortaya. Mesela düne kadar "
diyalog" peşindeki
Vatikan, Sn. Ratzinger'in yeni bir İnebahtı savaşına ihtiyaç var sözünden en az bizim kadar irkilmiş olmalı. Çünkü "diyalog", Türkiye'deki birbirinden çok farklı ama birlikte hareket edebilen örgütlü gruplar tarafından "Hıristiyanlaştırma" olarak takdim ediliyordu. Düşmanlıkların önünü alarak, bir arada yaşayabilmek için diyalog yolunu açmak isteyenler, bu gruplar tarafından "gizli kardinal" ilan ediliyor ve Türkiye'nin içi kazan gibi karıştırılıyordu. Sn. Ratzinger bunu yeterli bulmuyor. Kolumuzu kanadımızı kıracak bir güç kullanımından bahsediyor. İnebahtı diyerek Ege'yi adres gösteriyor.
Neden? Ege'de bunu kim yapabilir ve kimin işine yarayabilir böyle bir şey?
Yunanistan mı?
Hayır. Yunanistan'la gayet güzel ilişkiler kuruluyor. Eğer böyle bir şey olursa, Türkiye'nin AB'ye girişinden rahatsızlık duyan uluslar ötesi bir güç yapabilir ancak. Malum, Papalık makamında oturanlar "boş" konuşmamak durumundadır.
Türkiye'nin komşularıyla geliştirdiği güzel ilişkilerden rahatsızlık duyanların varlığı aşikâr. Bu rahatsızlık İsrail'de gerilime varıyor. Hâlbuki Ortadoğu'da huzur içinde ve birlikte yaşayabilmek için ilişkilerin daha da geliştirilmesine ihtiyaç var. Belki de en fazla İsrail'in ihtiyacı var. Etrafına
duvar örmeden, canlı
bomba hafakanlarına girmeden, huzur içinde varlığını sürdürebilmesi bu adımların devamına bağlı.
Dostane adımlar atarak elde edilen
açılım, İsrail'in
yabancı olduğu bir tarz olabilir. Çünkü İsrail doğrudan ya da dolaylı ama mutlaka güç kullanımını esas alıyor. Gerektiğinde ABD'ye karşı bile güç kullanıyor. Mesela
Gazze konusunda İsrail
Dışişleri Bakanı Livni'nin,
Bush üzerinden ABD
Dışişleri Bakanı Rice'a yaptığı yüklenme ve sonrasında "Arkadaşım Rice" diyerek başladığı konuşmasındaki aşağılayıcı üslup hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Neticede yeni bir süreç başladı. Türkiye bu süreçte barış içinde bir arada yaşamayı
teklif ediyor ve uyguluyor. İsrail, gerilimi esas almaya devam ederse "one minute"ler "one hour" olur. Ardından "one day" ve "one year" gelebilir. Çünkü bir arada yaşayabilmek, beraberindekilerin varlığını kabul etmeyi, onların haklarına razı olmayı, içinden gelmese de başkalarına alan açmayı zaruri kılıyor.