Günlerden beri e-
posta kutusunu tıkladıkça,
öğretmen adaylarından gelen
mektuplar adeta boğazıma sarılıyor.
Devir internet devri; kopyala-yapıştır usulüyle derlenen metinlerle artık elden ele gezen adres listelerini bir araya getirmek çocuk oyuncağı. Her gün yüzlerce e-mektup. Demek ki ortada önemli bir mesele var. Ne kadar anlamaya çalıştımsa da kimin haksızlık ettiğini çıkaramadım:
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan daha önce "Şubat'ta atama yapılacak" sözü verilmiş, sonra da atama yapılmayacağı duyurulmuş. Eğitim fakültesi
mezunu gençler feverân ediyor. Şu raddede haklılar, yeni mezun gençler için iş arslanın ağzında.
İşsizlik psikolojisi çökertici.
Öğretmen adayı gençler bunalımda. Bakanlığa söz geçiremeyince oturuyorlar klavye başına...
Her gün mecburen bir hayli
gazete karıştırıyorum; hükümetin bu mesele ile ilgili bir açıklamasına şahit olmadım; Bakan Çubukçu, Şubat'ta atama yapılmayacağını açıklamış ama gençleri teskin edecek, onlara durumu izah edecek bir bilgi duymadım. Bakanlıktan
cevap alamayan gençler basına yükleniyor.
Basında da doğru dürüst bir yankı bulmuyor şikâyetler. Belki kopyala-yapıştır'la üretildiği için saygı uyandırmıyor, açılmadan doğruca çöp kutusuna
havale... Üzücü ama gerçek böyle.
Milli Eğitim Bakanlığı konuyu resmi duyurularla geçiştirmek yerine öğretmen ailelerini ve yakınlarını da tatmin edip aydınlatacak etraflı bir
basın toplantısı yapamaz mı? Niçin dedikoduların kartopu gibi yuvalanıp büyümesine izin verilir ki?
Hükümet bazı konularda topluma yeterli ve gerekli bilgiyi ulaştırmakta zaafa uğruyor: Öğretmen atamalarından bahsettik; eczacılarla
Sağlık Bakanlığı arasındaki
ucuz ilaç geriliminde de iyi bilgilendirilme yapılamadı. Eczacılar kendi dükkânlarının camına iliştirdikleri afişlerle kendi tezlerini izah ediyorlar ama nihai
tüketici durumundaki vatandaş, hükümetin tezini bilmiyor.
Sağlık Bakanlığı, yakın yıllar içinde inkılâp çapında işlere, önemli başarılara
imza attı. İlâç indirimi konusunda eczacılarla
bakanlık arasındaki ihtilâfın aslında ne olduğunu tüketiciler nereden öğrenecek? Öte yandan sağlık meselesi, sade vatandaşı çok yakından ilgilendiren bir problem. Geçenlerde bir hekim arkadaşla sohbet ediyoruz. Daha önce parasız olan
hasta müracaatlarından iki lira
ücret talep etmeye başladıklarında müracaatların dörtte bir nisbetinde azalıverdiğini söyleyince şaşırdım, "Acaba iki lira için vatandaş, sağlık hizmeti almaktan vaz mı geçiyor; durum o kadar mı kötü?" diye sorunca, "
Hayır" dedi. "Müracaatlardan ücret almazken karşılaştığımız talebin haylicesi, biraz da vesveseden kaynaklanan, 'bir de filan doktora görüneyim' yollu merakların karşılanmasıyla, biraz da lâzım olmadığı halde ilâç yazdırmak isteyenlerle ilgiliydi. Az da olsa ücret belirleyince gerçek taleple, lâf olsun diye gelen talepler kendiliğinden ayrıştı."
Eczacılar bu kritik eşikte solcu talebe cemiyetlerinin
tercih ettiği türden bir dil kullanarak hastayı
bakanlıkla karşı karşıya getirmek yerine daha mâkul bir lisanı tercih ederlerse kamuoyundan görecekleri
destek artar; bu haliyle eczacıların kullandığı dili, doğrusu hiç de sempatik bulmuyorum.
Ve nihayet
Tekel işçilerinin direnişi meselesi. Basınımız işçi taleplerini (Daha görünür, daha çok haber yapılabilir özelliği sebebiyle) kısmen duyuruyor fakat hükümetin hangi gerekçeyle Tekel işçilerini "perişan" ettiğini doğru dürüst bilmiyoruz. Kamuoyu bu gibi durumlarda doğru ve anlaşılır tarzda bilgilendirilirse problemleri aşmak kolaylaşır.
Bazen merak ediyorum, koca yürütme uzvunda "halkla ilişkiler"in önemini bilen kimse kalmamış mıdır? Hayret!