Otokrasi tek adam yönetimi demek, heyula ise korkunç hayal anlamına geliyor.
Şimdi
Türkiye bu korkunç ihtimali tartışıyor.
Bu
tartışma ortamında o basit soruyu,
Derya Sazak soruvermiş. İşte şöyle:
"Tek parti
egemenliği, tek adamlık,
sivil dikta gibi nitelemelerin acı sonuçları "27
Mayıs İhtilali"nde yaşanmıştır.
Menderes iktidarına karşı orduyu kışkırtmak yerine
seçim beklenseydi,
Demokrat Parti zaten kaybedecekti.
"...AKP'nin oyları -Baykal'ın dediği gibi- yüzde 20'lerdeyse iktidar ilk seçimde gidecek demektir. O zaman niye "sivil dikta" söylemiyle askere davetiye çıkarılıyor?" (Derya Sazak, Dikta ve Demokrasi,
Milliyet, 8 Ocak 2010)
Evet, AK Parti'nin oyları -Baykal'ın dediği gibi- yüzde 20'lere düşmüşse,
erken veya geç, bir buçuk yıl içinde seçim kaçınılmazsa ve AK Parti'nin, seçimi ortadan kaldırmak gibi bir hesabının varlığını kimse iddia etmiyorsa neden "sivil dikta" söylemlerinden medet umulur?
-Ya, AK Parti'nin oylarının yüzde 20'ye düştüğünden emin değilsiniz.
-Ya, yeni bir seçimde, AK Parti'nin yeniden seçimi kazanacağından eminsiniz. Vatandaşın AK Parti'ye karşı bazı serzenişleri olsa bile, en azından "Başka alternatif yok" gerekçesiyle oyunu ona vereceğini adınız gibi biliyorsunuz.
-Ya, asla tek başınıza iktidar olacak kadar oya sahip olmadığınızı biliyorsunuz.
-Ya, AK Parti'nin seçimi yaptırmayacağına inanıyorsunuz.
-Ya, AK Parti'nin anayasayı falan rafa kaldıracağını düşünüyorsunuz.
-Ya, AK Parti'nin "sivil faşizme yönelen" icraatı karşısında yasamanın, yargının, medyanın,
iş dünyasının, sivil
toplumun, AB'nin, Türkiye ile yakından ilgili başka dünya ülkelerinin, tamamen etkisiz hale geleceğine inanıyorsunuz.
Bunların hangisine inanıyorsunuz?
Bir "sivil faşizm" tutturulmuş gidiyor.
Nasıl olacak bu?
Şu yukarıda saydıklarımızdan hangisi gerçekleşecek de olacak?
Evet, kabul edelim ki,
Tayyip Erdoğan başat bir kişilik. Zaman zaman "
öfke"yi bir nutuk üslubu olarak da görüyor. Belli ki, öfke kontrolünde de bilfiil zaafları var.
Bunlar, bir lideri haddinden fazla etkin kılabilir.
Ama buna rağmen, Türkiye hem herhangi bir insanın asla tiranlaşamayacağı birçok sesliliği yaşıyor hem de öyle bir dünya vasatında bulunuyor.
-Tayyip Erdoğan, en egemen olduğu kendi partisinde bile eleştirilebilen bir insan. Onun için, bu eleştirilerin değerlendirildiği yıllık toplantıları yapma gereği duyuluyor.
-Ben, Tayyip Erdoğan'ın daha üst düzeyde, daha dar çerçevede, çekirdek kadroda ayrıca eleştirilebildiğini düşünüyorum.
-Parti içi eleştiride ipler koptuğunda, ayrılış da söz konusu.
Abdüllatif Şener'in ayrılışının, Tayyip Erdoğan üzerinde uyarıcı bir etki yapmadığı düşünülebilir mi?
-Tayyip Erdoğan, nabız tutan bir insan. Toplum zeminini dikkate almadan
politika yapılamayacağını bilen bir insan. Bu da her insanı dizginleyen bir ilkedir.
-Tayyip Erdoğan'a ve partisine, bizzat ona sempati duyan medya içinde de ciddi eleştiriler yöneltiliyor. Bunlardan biri benim. Ülkem açısından AK Parti'nin başarılı olmasını istiyor olsam da, bir fikir adamı olarak tavrımın her zaman eleştirel olduğunu söylemişimdir. Bu içten eleştirilerin dikkate alınmadığı söylenebilir mi?
-Ben Tayyip Erdoğan'ın, yine kendisine dost olan muhitin içinden de hem sivil toplum, hem akademi dünyası, hem iş dünyası, hem akil adamlar boyutunda uyarıldığından ve bunun dikkate alındığından eminim.
-Tayyip Erdoğan bir de, toplumdan gelen dualara
bakan bir insandır bana göre. Dualar eksiliyor mu, eksilmiyor mu, bunu dikkate alan bir insandır. Kar altında
eylem yapan bir TEKEL işçisi kadına bakıp acı duymadığı, görmediği söylenemez.
-Tabi bir de
muhalif dünyanın eleştirileri var. Bunlar da, ne kadar "karşıt dünya" olarak görülürse görülsün, her politikacı üzerinde bir müeyyide değeri taşır. Durdurur, düşündürür, özeleştiri yaptırır. Şu "otokrasi heyulası" karşısında girilen
savunma duygusu da, böyle bir dizginleyici rolün mevcut bulunduğunun göstergesidir.
-Oyların akış seyri, başlıbaşına bir uyarıcı etkendir. Oy aşınmasını hangi politikacı
ihmal edebilir?
-Son ve belki de en etkili
denetleme unsuru, Türkiye'nin içinde bulunduğu uluslararası ilişkiler ağıdır. Türkiye bu dünya şartlarında, bu ilişkiler ağı içinde hukukun mukukun tek adam iradesine göre şekillendiği bir yapının içine girebilir mi?
Peki ne oluyor?
Bütün bunları, bu "tek adam heyulası"nı oluşturanlar da bilir. Ama bu da bir muhalefet yöntemidir. Ve onu uygulamaktadırlar.
Muhalefet neye?
Demokratikleşmeye... Toplum iradesinin daha belirleyici olduğu bir düzenin inşasına... Tepe tepe kullanılan kamusal
rant alanlarının elden çıkmasına... Açık-örtülü tek parti zihniyetinin dönüşmesine... Kurumların demokratik yapı içindeki rollerine dönmesine...
Evet buna tepki var.
Ve
küçük hırsların, AK Parti'ye siyasi ideal planında karşı olanların, rantçıların, derin çevrelerin bilinçli-bilinçsiz koalisyonu var.