Türkiye’de kamu maliyesi 1999 yılında sürdürülemez hale geldi. Dönemin
Başbakanı
Bülent Ecevit, “Kim ne veriyorsa ben beş lira fazlasını veriyorum, kadınları 38 erkekleri 42 yaşında
emekli ediyorum” diyen Süleyman
Demirel ve
Erdal İnönü ekonomi politikasının kamu
bütçesini çökerttiğini gördü. Mecburen IMF’ye gitti. Dört milyar dolar alarak durumu düzelteceğini zannetti. Ama küresel makro ekonomi
yönetiminden haberi olmayan
Hazine ve
Merkez Bankası kadroları, uzlaşmaz üçlü olarak bilinen sabit kur, serbest
sermaye hareketleri ve bağımsız para politikasını birlikte
uygulama cehaletini gösterince, cari açık tahmin edilenin çok üzerine yükseldi.
Türkiye ekonomisi, ürettiğinden fazla harcayan kırılgan bir ekonomiye dönüştü. Türkiye ekonomisi, 2001 yılının şubat ayında krize girdi. Devlet döviz rezervlerini kaybetmemek için kur rejimini değiştirdi. Sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçti. Bu değişikliği içeriden öğrenenler, hemen döviz aldılar. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2010 yılı bütçe konuşmasında belirttiği gibi, içeriden haber alanlar,
mesai saati sonrasında, sabit kurdan,
Merkez Bankası’ndan 4,2 milyar dolar çektiler. Bu haksız kazanca herkes
seyirci kaldı.
Gelelim işin sonrasına... Krizin başlamasının ardından Türkiye’de küresel ekonominin yönetim kurallarını bilen ve uygulayabilecek iktisatçı olmadığı görüldü. Bu nedenle mecburen yurtdışından konuyu bilen ve uygulayan bir iktisatçı olan
Kemal Derviş hemen Türkiye’ye getirildi.
Kemal Derviş, haklı olarak ilk değişiklikleri kamu maliyesinde yaptı.
Bütçe açığı ve borçlanmayı sınırlayan, Merkez Bankası’nı para basma baskısında kurtaran önlemleri aldı.
Kamu bankaları üzerinden bütçe için borçlanmayı durdurdu.
Döviz kurunu yukarıya doğru fırlattı. Sabit kur rejiminin rehavetinden ekonomiyi kurtardı. İşler kısmen yoluna girdi. Ama yaptıklarının hepsi devlet ekonomisini kurtarmak içindi. Kemal Derviş, elinde o sırada
yetki olduğu halde, vatandaşın ekonomisini kurtarmak için pek de bir şey yapmadı.
Peki, neleri yapmadı Kemal Derviş? Türkiye,
Fransız hukuk sistemini benimseyen ülkeler arasında sayılır. Fransız hukuk sistemi, en son, yatırımcıyı korur. Bunu değiştirmedi. Türkiye’de yatırım yapmak hukuki açıdan riskli olmaya devam etti. Danıştay’ın, seçilmiş hükümetlerin, ekonomi politikaları üzerindeki yerindelik denetimi yapması gibi yersiz bir uygulamayı ortadan kaldıran yasal düzenlemeleri yapmadı.
Yatırımcıyı koruyan, şeffaflık ve dürüst yönetim yasalarını çıkartmadı. Piyasadan çıkışı zorlaştıran mevcut icra ve iflas yasasını değiştirmedi.
Ticarette işlem maliyetlerini azaltan yasal düzenlemeleri yapmadı.
Ekonomi hukuku ve yargısı çok pahalı hale geldi.
Ne olmuş yani bütün bunları ondan sonra gelenler yapsaydı diyebilirsiniz... Ondan sonra gelenler, kurulu sistemi değiştirecek her adım atışlarında irtica, İslamcılık ve tek adam diktasına gidiyoruz suçlamalarıyla karşılaştıkları için yasalarda temel dönüşümleri yapamıyorlar. Yeni Türk
Ticaret Kanunu bir türlü TBMM’den çıkarılamıyor. Çünkü, devlet yardımları, şirket bilançolarında görünecek. Büyük sermaye bunu istemiyor. Şeffaflıktan kaçıyor.
İflas Yasası eski haliyle devam ediyor. Kısa sürede şirket tasfiyesi bazılarının işine gelmiyor. Çünkü bazı işadamları, kendi şirketini ve
küçük ortağını soyuyor. Türkiye’de şirketleri patronlarından korumak hâlâ mümkün değil.
Ak Parti hükümeti, sistemi değiştirecek her adım atışında karşısında, ekonomide değişim istemeyen
CHP, MHP,
Yargı,
TÜSİAD,
TOBB ve askeriyeyi buluyor. Dolayısıyla Ak Parti hükümetinin vatandaşın ekonomisini düzeltecek yasaları çıkarması pek çok engelle karşılaşıyor. Ama bu değişimi, elinde imkânlar varken Kemal Derviş yapabilirdi. Yapmadı. Çünkü o da devletin vatandaşa
hizmet edeceğine inanmıyordu. Türkiye’de vatandaşın devlete hizmet etmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle Kemal Derviş, bugün yaşanan
ekonomik problemlerden, yapmadıklarından dolayı sorumludur.