KONUŞMAK MI ZOR, SUSMAK MI?


Yazı yazmak, ‘ben böyle düşünüyorum’ demektir. Düşünceni ifade etmek ise Türkiye’de o kadar da makbul şey değildir hani… Peki ya susmak, yazmamak… Bu kolay mı? Doğru bildiğini nereye kadar kendine saklayabilirsin..? Evet, “Asıl Türkiye Çarmıha Gerilmeden” başlıklı yazıyı kaleme aldığımda bazı tepkileri ve yadırgamaları üzerime çekeceğimi biliyordum, Türkiye’de yaşamış ve Türkiye atmosferini bilen birisi olarak… Takdir ve teşekkürlerini iletenler yanında, eleştirilerini sunanlar da oldu. (Hiç tepki verilmeyip de “hı?” denmesinden iyidir.) Yazımızı okuyan İsveç’teki bir dostum ise önce İsveçliler mahsus şaşırma ifadelerini kullandı, “Oy oy oyy” ve sonra: “İyi güzel demişsin de, söylediklerin Türkiye’dekiler için biraz erken kaçmış olabilir” demişti. Geçenlerde de Türkiye’ye uğradığımda değer verdiğim bir büyüğüm bana: “Yahu siz yurtdışındakiler, özellikle de Avrupa’dakiler çok özgürlükçü. Evet, ben de diyalog ve hoşgörüden yanayım ama o kadarını da kaldıracak gibi değilim.” Bu sözleri hatırladığımda, gözlerimi kapatıyor ve kendimi Türkiye atmosferi içinde soluyan birisi olarak hayal ediyorum. Yıllar önce Türkiye’den ayrılmamış birisi değil de orada yaşayan birisi olsaydım nasıl hissederdim? Sanırım ben de böyle bir psikolojiden kendimi azade tutamazdım. Çünkü caanım ülkemde öyle bir taraftarlık psikolojisi, “aşaaki maalle, yukarki maalle” ayrışması var ki. Bu havada kendini sevk-i tabii bir cephede hissetme durumu var ki… Buna kayıtsız kalabilmek imkânsız gibi. Dışarıdan bakmadıkça bu görülmüyor. Trafiğinin içindeyken İstanbul da pek güzel gözükmüyor be canım! Bir tepesinden bakınca anca insan: “Dün sana bir tepeden baktım aziz İstanbul” diye başlayan şiirler yazabiliyor..! Trafiği demişken de, İsveç’in sakin, dingin, stressiz trafiğine alışmışız… “Arabayla memlekete gidelim” deyip Avrupa’yı baştanbaşa geçiğ Edirne’den ülkemize girdiğimizde büyük bir iyimserlik ve sevinç içinde oluyoruz. İstanbul’a doğru yaklaştıkça sıkıştırmalar, önüne direksiyon kırmalar filan derken, ilk şokları yaşamaya başlıyoruz. Tabii ki bu arada İsveç’te edinilen serinkanlılığı elden bırakmamaya çalışıyoruz. Ama bu arada arkadan senin yabancı plakayı görenler arkadan ha bire kornaya basıp duruyor, sana “yol, iş bilmez aptal Alamancı” muamelesi yapıyorlar kendince. Sen de, “Olsun, canım memleket insanım” deyip gülücükler atıyorsun… Bir, iki derken.. Üçüncü gün de sen dayanamayıp “deli suyu”nu içiyor ve onlardan oluyorsun. Bir keresinde kendimi kaybettim, elimi kornanın üzerine basılı tutup cadde üzerinde S’ler çizmeye başlamışım! Yanımda duran ve “alışırsın” deyip duran bir dostum da kıs kıs gülüyordu bu arada. Ha bunu niye anlatıyorum; memleketin havası işte, sezdirmeden alıyor seni içine… Hani Alanson’un şarkısında var ya: “Hindistan yavaştan sevdirir kendisini” diye, memleket de sezdirmeden benzetir kendisine. … Bir de, yazıyı ele alan bazı dostlardan: “İyi de meselenin siyasi, sosyal başka boyutlarına da değinseydin” şeklinde eleştiride bulunanlar oldu da. İyi de kardeşim; kitap yazmıyoruz ki burada. Meseleye prensipten ele alan bir makale kaleme alıyoruz. 80 yıllık birikmiş bir meseleyi ele almaya bir kitap bile kaldıramaz… Bir inancı veya düşünceyi ispat çok kolaydır ve bir delille çözülür. Ama şeytan hep gıcıklar insanın içini, hep “Ya değilse” diye gıcıklar.. Bir saraya girmek için açık 99 kapı varken, o hep kapalı yüzüncü kapıyı nazara verir ve “ama bu kapı kapalı, o yüzden de sen bu saraya giremezsin” der. Çoğu insanın o saray önünde bekleşip kalmasının asıl hikâyesi de budur. Bir de sen, “Burada elma var” dersin, yüzlerce adam yok olduğunu ispatlamak için uğraşır, var dediğin odanın altını üstüne getirerek: “Bak burada da yok, burada da yok” der dururlar. Sen cebinden bir elma çıkarsın: “Var! Ahanda burada” dersin. Onlar da, “Ama olmadığı yerler de var” der dururlar hâlâ. Fener Rum Patriği’nin sözlerindeki hakikat payına ulaşmaya çalışma meselesinde olsun, Ruhban Okulu’nun açılma meselesinde olsun, her meselede bu böyle. Siz meselenin sağduyulu kısmını ortaya koymaya çalıştığınızda, sizin “olabilemezliğine” kafa yorarlar. Kardeşim, sırf dediğim gerekçeler için dahi olsa, bu meselenin halline bakmalı, gerisi laf kalabalığı. Ha bir de bizim memlekette, herkesin aslında düşman olduğu hissi var. Komplo teorilerine prim vermeden hemen diyeyim: Bu, tamamen Ergenekoncu kafaların zihniyetlere taşıdığı bir ön kabuldür. Onlar çünkü onlarca yıldır sistematik olarak dipten dibe toplumun sinir uçlarıyla oynadılar. Çünkü haklarını teslim etmek lazım gelirken, bu ülkenin iç katmanlarını iyi biliyorlar. Fay hatlarından hangileriyle oynadıklarında nasıl silsileli artçı sarsıntıların olacağını çok iyi biliyorlar. Ve ne zaman bir ihtilal ortamı hazırlamak istediklerinde, insanların nasıl karşı karşıya getirilebileceğini çok iyi biliyorlar, Müslim- gayrimüslim, Sünni- Alevi, sağ- sol, Türk-Kürt… Bu gelgitler arasında kodlarıyla oynanmış toplumda da artık belli gayri iradi refleksler oluştu. Pavlov’un deneylerinde elde edilen bulgular, bu mekanizmayı anlamada çok faydalı… *** Neyse, bu hamur çok su kaldırır.. “Çarmıha Gerilme” vesilesiyle başlayan Ruhban Okulu meselesine gelecek olursak, son bağlamda. Tepkilerin havada uçuştuğu hengâmede Rum Patriği’nden bir açıklama geldi ki, çok kısa olmakla birlikte olayı tam özetler mahiyetteydi: “Ruhban Okulu’nun açılmasını hükümet istiyor ama derin devlet engel oluyor” diye.. Aynı günlerde “Amiral Gemi” gazetenin yıllanmış kadim başyazarından, derin devletin asıl kaygısını dillendiren bir beyan çıktı, televizyonların birisinde, canlı bağlantıda: “Ruhban Okulu’na izin verilirse, asıl Müslüman dini cemaatlerin okullar açmasının önü açılır” Bingo! Ben de yazımın özünde, kimin neden karşı çıktığını nasıl açıklasam diye o kadar kıvranırken, muhatabın ağzından ne güzel özetlenmiş oldu! Neyse ki hükümetten, bizzat Başbakan’ın ağzından bir açıklama geldi ve bu meselenin halledileceği, okul’un açılabileceği ifade edildi. Diyanet de bu konuda olumlu görüş belirterek bu sürece destek verdi. Türkiye’nin sağduyusu bir kere daha devreye giriyor ya… Bunu görünce bütün sıkıntılara değiyor! (04.01.10) RAMAZAN KERPETEN- Stockholm/İSVEÇ [email protected]
<< Önceki Haber KONUŞMAK MI ZOR, SUSMAK MI? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER