ŞİMDİ de sabah
akşam şu lâf dil pelesengi edilir oldu: “Kurumlar yıpratılıyor”!
Duyan da sanacak ki, birileri eline
balta, keser, rende, zımpara falan almış, gıcır gıcır mobilyayı hoyratça bitpazarı hurdasına dönüştürmektedir.
Fesüphanallah!
* * *
BEN fesüphanallah diyorum ama vaveyla ortada! Epeydir stratejik ricada çekilmek zorunda kalan statüko aleni ve utangaç yandaşları vasıtasıyla artık yukarıdaki şiara sarılıyor.
Eh, söz konusu ricatı frenlemek, en azından mevzilerini korumak için daha önce gerçekleştirdiği taktik karşı taarruzlar dişe dokunur bir semere vermedi.
Bu takdirde yeni bir slogan öcüleştirmesi gerekiyor.
Dolayısıyla,
Türkiye gibi “devlet” kavramının kutsal kılındığı bir ülkede, o devletle bütünleşmiş “kurum” sözcüğü ekseninde
tehlike çanları çalmak usta bir manevra oluşturuyor.
Ve tabii dezenformasyonu da aynı doğrultuda tezgâhlayın ki, belki bir sonuç alırsınız.
* * *
ALIP alamayacakları denklemini kenara bırakalım, yukarıdaki hazretler “yıpratılan kurumlar” derken esas olarak, statükonun “muhkim
kale”si sayılan iki organı kastediyorlar.
Birincisi, Türkiye’de ezelden beri kendi kendine
vesayet misyonu vehmetmiş TSK’dır.
İkincisi de bağımsızlığının üzerine titreyen ama tarafsızlığı es geçen Yüksek
Yargı’dır.
İşte bugün bunların “yıpratıldığı” teması işleniyor ki, bu takdirde şu soruyu soralım:
Peki, o “vesayet” ordusu ve o “taraftarlık” yargısı bir “kurumsal normallik” midir?
* * *
EVET, hangi evrensel demokraside her hangi bir ordunun elli senede dört
darbe ve sayısız darbe girişimi gerçekleştirmesi; artı, askeri kurmayların
sivil hükümetlere kâh cebren, kâh fiilen irade dayatması; daha artı, “lahiya” ve “Klux-Klan” fişlemesinden “
Kafes Planı” kumpasına binbir tezgahta adının anılması, o ülkede “kurumsal normallik” addedilir?
Sonra, yine hangi evrensel demokraside Yüksek Yargı’nın, seçmenlerin yarısından oy almış bir
iktidar partisini
gazete kupürlerinden kesilme iddianamelerle kapatmaya kalkışması; aynı Yargı üyelerinin “andıçcı
general” brifinglerini ayakta alkışlaması; veya bunlardan bir bölümünün de
emekli olur olmaz ya “
Kürt bakkala gitme” ve “hepsini asacağız” provokatörlüğü yapan ya da “
Ergenekon”
sanık ve taraftarları arasında baş sıraya oturan, mezhebi ve mesneti belli dergilerde “yazar” kesilmesi yine “kurumsal normallik” sayılır?
* * *
HİÇ birinde! Hiç birinde ve dolayısıyla, eğer illâ bir “yıpratma” mevcutsa, bu, bizzat yukarıdaki kurumların evrensel demokrasiyi en baştan beri yıp-rat-mış olduğu gerçeğidir!
Hatta yıpratmadan bile bahsedilemez. Zira söz konusu fiil ancak var olanı aşındırmak anlamında kullanılır. Oysa onlar yukarıdaki varoluşa zaten asla izin vermediler.
Kâh darbeyle, kâh hükümle, kurumlarını “bize özgü” yaftası altında empoze ettiler.
İşte bu yüzden de, statüko zaptiyelerinin “kurumlar yıpratılıyor” diye kıyametini koparttığı olgu aslında bir nor-mal-leş-me ve bir o-nar-ma sürecinin girizgah aşamasıdır.
Ve o “yıpranan” şey Türkiye’deki kurumsal anormalliktir! Paradigmanın çöküşüdür.
O “onarılan” şey ise evrensellikteki kurumsal normalliktir! Çatının yenilenmesidir.
Kaldı ki, TSK’nın yalanlama açıklamalarından Yüksek Yargı’nın YÖK kararlarına, bizzatihi aynı kurumlar kendi kendilerini “yıpratmakta” zaten şampiyonluğa oynamaktadır.
Bütün bunlar göz önüne alındığı takdirde de, paniklemiş statükonun “kurumlar yıpratılıyor” vaveylasını aslında “kurumlar onarılıyor” diye okumak gerekmektedir.
Artı, her yenilenme gibi bunun da sancılı geçeceğini bilerek eleştirileri o yenilenmenin özüne değil, süreçte ortaya çıkacak yanlışlara, eksiklere ve zaaflara odaklamak gerekmektedir.