Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısı, ilk bakışta bir ‘Veda hutbesi’ ya da ‘Sit-com gazeteciliğine övgü’ şeklinde okunabilir...
Zaten kendisi de, “Önümüzdeki dönem yükselecek yazarlar” başlığını uygun görmüş.
Fakat dili ve kurgusu, tanıdık bildik bir metni çağrıştırıyordu.
Biraz düşününce hatırladım;
Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Gençliğe Hitabesi’ydi o metin.
Yerinde ben olsaydım, “Özkök’ün gazeteciye hitabesi” demeyi
tercih ederdim bu yüzden.
Büyük Doğu fikriyatının
üstadı Necip Fazıl, 30 küsür yıl
emek verdiği ‘bir
gençlik’
tarif ediyordu hitabesinde.
Özkök de, yayın yönetmeni koltuğunda geçirdiği 20 yılın semeresini toplamak istiyor...
Onca yıl yetiştirmeye uğraştığı gazeteci tipine örnekler verip, mesleğin namusu ve geleceği gibi emanetleri onlara tevdi ediyor.
Bir bakıma, ‘Büyük ustanın son talimatnamesi’ni tutuşturuyor ellerine.
Ne de olsa, gazeteciliğin üstad-ı azam’ı mertebesine yükselmiş bulunuyor artık.
***
Hakkında,
Hürriyet’in 11. katında yer değiştirdikten sonraki ilk yazım olması hasebiyle....
Ve fikri ayrılıktan bağımsız, kıymet verdiğim şahsi dostluğumuzun baki olması hatırına...
Hakkını teslim etmeliyim Özkök’e.
Bunu, Cemil Meriç’ten ödünç alınma kelimelerle yaparsam, anlar beni umarım.
Tanıdığım Özkök için, doymak bilmeyen ‘Mütecessis bir ruh’, durmak bilmeyen ‘Vahşi bir merak’ derdim ben.
Aç, yırtıcı, hırçın bir zekâ!...
Ama zekâ, bazen ‘Rüzgârda unutulan mum’dur; başına koruyucu bir ‘Fanus’ gerek.
Fanusun yoksa, ‘Hastalıklı korkularını aksettiren kırık bir ayna’dan farksız olur şuurun.
***
Karanlık bir gecede başını kaldırıp bakmış Özkök ve şahsi semasında parıldayan birkaç
yıldız görüp, saymış yazısında.
Vaatkâr bir edayla, ‘Geleceğin aydını’, ‘Geleceğin gazetecisi’ türünden parlak unvanlar bahşetmiş o isimlere.
Zinhar, kimsenin yıldızını sökmek değil niyetim; hak edilmiştir belki...
Lakin, tanımı gereği aydın, ‘Kendi aklıyla düşünüp, kendi gönlüyle hisseden’dir...
Umumi bir hitabın ‘tezahüratçı muhatapları’ arasında oturmaz, o kalıba sığmaz gerçek bir münevver.
Zira ‘Aydın’ değil, kısaca ‘
Asker’ tabir olunur öylesi.
Bilmem, anlatabildim mi?
***
Özkök’ün ‘Yıldızı parlayanlar’ yazısı, bilerek veya bilmeden Necip Fazıl’ın ‘Bir gençlik’ hitabına nazire olmuş gibi.
Ya ifade gücü yetmediğinden ya da Necip Fazıl okumadığından eksik kalmış yalnız.
Üstad’ın hitabesini tahrif etme pahasına, sadece şu 3 vurguyu kendine uyarlamış olsaydı, tastamam olurdu o yazı;
1- “...’Kim var!’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan, fert fert ‘Ben varım!’ cevabını vererek ileri atılıp,
davamızı yerde bırakmayacak bir gazeteci...”
2- “...Zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı gördüğünü söyleyecek kadar hayali keskin bir gazeteci...”
3- “...Bu gazeteciyi karşımda görüyorum... Ey gazeteci! Bundan böyle senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Hürriyet kıtası büyüklüğündeki dava taşını da gediğine koymandır.”