AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana
sivil-asker ilişkilerinin arzu edilen seviyede olduğunu söylemek elbette mümkün değildir. Belki kimileri için bu tablo, ürkütücü gelebilir ama
Türkiye’nin hayrınadır. Aksi olsaydı, Türkiye daha geriye giderdi.
Nedeni gayet açık; hem kimi asker hem aynı zihniyeti taşıyan siviller bakımından sağlıklı ilişkinin
tarifi, biat etmiş bir hükümet tanımından geçmektedir.
Şimdi korku duvarı aşılıyor. Sivil ve askeri
bürokrasi anayasal sınırlarına çekilmeye zorlanıyor, milli iradenin sesi daha güçlü çıkıyor. Bu süreç, her kutsal
doğum gibi sancılı ama umutlu bir geleceğin işaretleriyle parıldıyor.
Unutulmasın; bu gelecek projeksiyonunda pozisyonu iyi belirleyemeyenler, değişim çarkında öğütülür ve yeniden konuşlandırılır.
Özel
Harp Dairesi’ne girilmesi ve kozmik odadaki aramalar,
Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin
Genelkurmay’ın talebini reddederken ortaya koyduğu mülahaza, bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Dünya dönmeye devam ediyor, herkesin haberi olsun.
Balayı kısa sürdü
Kabul etmek gerekir, demokratik açılımla birlikte sivil-asker ilişkilerinin, geçmişe oranla daha samimi ve evrensel bir perspektife büründürülmek istendiği, bu yönde güçlü bir arzunun ortaya konduğu doğrudur. Lakin, Bülent Arınç’a suikast ve sonrasında
darbe tezgahlandığı iddiasının, zirvedeki balayı süresini azalttığını söyleyebiliriz.
Zirvede işlerin rast gitmediği çok açıktır.
Cumhurbaşkanı Gül, “Darbe düşüncesi TSK’ya saygısızlıktır” gibi açıklamalarla ortamı yumuşatmaya çalışsa ve
destek verse bile, inandırıcılıktan uzaktır. Sorun,
cumhurbaşkanının samimiyeti değil, ifadenin gerçekle örtüşmemesidir. Bu ifadenin içinin doldurulmasında TSK’ya büyük görev düşmektedir.
Hükümetin de kaygıları var. TSK içinde kümelenmiş cuntanın veya başka bir ifadeyle
Ergenekon uzantılarının hala faal olduğu, Genelkurmay Başkanlığı’nın ise bu konuda yeterli önlem alamadığı kanaati oldukça güçlü.
Bu kanaatin içindeki gizli
mesaj ise cuntanın
İlker Başbuğ’u hükümete karşı saldırıya zorladığı ve bulanık havadan yarar ummaya çalıştığı yönündedir.
Genelkurmay Başkanı’nın da zirve temasları sırasında bu kaygıyı doğrulayacak türden mesajlar verdiği, hukuksuzluğa karşı yürütülen mücadelenin başarıya ulaşması için kendilerine sahip çıkılması önerisini dile getirdiği konuşuluyor.
Bu sahiplenme talebi, oldukça kapsamlı. En başta, TSK’ya yönelik eleştiriler karşısında Çankaya’nın ve hükümetin kendini
siper etmesini istiyorlar. Cumhurbaşkanının son açıklamaları, kafes planı sonrası yapılan başbakanlık açıklaması, bu talebe karşılık olarak da değerlendirilebilir.
Arafta defans kurdu
Başkent kulislerinde gözlemleyebildiğim kadarıyla, hükümet ile asker ilişkilerindeki güvensizliğin bir önemli nedeni ise İlker Başbuğ’un tutumudur. Göreve geldiği ilk günden bu yana çizdiği “demokrat, hukuka inanan” görüntü ile çelişen açıklamalar ve fırkateyn pozisyonudur.
Bu arafta hal, ne İsa’ya ne Musa’ya yarıyor. Hem demokratlar rahatsız hem Ergenekon...
Cunta, hükümetin etkisizleştirilmesi ve nihai aşamada defterinin dürülmesi için İlker Paşa’dan darbeye kadar varan bir
eylem planı yürütmesini istiyor. Bazı gazetelerde yürütülen darbe kampanyası, tesadüfi değildir.
Eski Genelkurmay Başkanı
Yaşar Büyükanıt’ın itibarsızlaştırılması yönündeki kimi açıklama ve uygulamalar da İlker Paşa’ya mesaj niteliğindedir.
Mesaj çok açık: Ya bizimlesin ya hiçsin...
Hükümet de sahiplenmeye hazır ancak Genelkurmay’dan cuntaya karşı daha etkin rol üstlenmesini istiyor.
İlker Paşa’nın zorluğu ise tepkileri arafta göğüslemeye çalışmak istemesidir. En azından kişisel kanaatim bu yöndedir.
Malum; araf, esas itibariyle “orta yer” anlamındadır, ancak tefsirlerde
cennet ile
cehennem arasındaki sur olarak tarif edilmektedir. Araf ehli, hem cennet hem cehennem ehliyle ilişki içindedir.
İlker Paşa, orta yerde konuşlanmak yerine
demokrasi ehlini seçerse, inanıyorum ki,
Hilmi Özkök gibi bu ülkeye daha çok
hizmet etmiş olur, tarih yazar.
Devir, “aydınlık” ve “karanlık” arasında taraf devridir.