Son zamanlarda yeniden 2003-2004 yıllarının rüzgârları hissedilmeye başlandı. O sene
Sarıkız ve
Ayışığı darbe planlarıyla birlikte, planlara paralel olarak gerçekleşen fitne ve
terör olaylarını da müşahhas olarak yaşamıştık.
AK Parti iktidarının birinci yılında terörün
İslami kılıklısı çıkmıştı karşımıza.
Bir tarafta
Hitler örneği üzerinden kıyas yapanlar vardı. Onlara göre Tayyip Bey tıpkı Hitler gibi
demokrasiyi kullanarak iktidara gelmişti ama demokrasinin bir numaralı düşmanıydı aslında. Tam anlamıyla bir İslami diktatörlük oluşturacak ve bir daha iktidarı terk etmeyecekti!
Bu görüşü alttan alta yayanlar ne pahasına olursa olsun iktidarı indirmenin gereğine kendi çevrelerini inandırmaya çalışıyordu. Olmadı. Bu sefer cumhurbaşkanlığı seçimlerini istismar edip, "Eğer
cumhurbaşkanını seçerlerse işte o zaman neler yapacaklarını görürsünüz" korkusunu yaymaya başladılar, o da tutmadı. Cumhurbaşkanı seçildi. İktidar demokrasiyi geliştirerek yoluna devam etme kararlılığını sürdürdü.
Bu sefer demokrasi şeriatın yanına itilip, karşısına cumhuriyet dikildi. Çoğunluğun oyunu almak aslında pek de bir şey ifade etmez. "Çobanın oyu ile benim oyum bir mi sayılacak şimdi?" cümlesiyle özetlenen kendini beğenmişlik piyasaya sürüldü. O da para etmedi.
Bütün bunlar olurken karanlığın sağ eli de boş durmuyordu. 2002 seçimlerinin üzerinden tam bir yıl geçmişti ki
Türkiye üç kanlı saldırı ile irkildi.
Amerikan emperyalizmine karşı mücadele ettiği bilinen
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide yüzde doksan dokuzu
Müslüman olan Türkiye'de birbiri ardına üç
bombalı saldırı gerçekleştirmişti. Herkes şaşırmıştı. Yoksa onlar da bizim cumhuriyetçiler gibi iktidarın ABD'ye taşeronluk yaptığını mı düşünüyorlardı! Eylem için ABD'den sonra
İngiltere ve Türkiye'yi seçmişlerdi. Üstelik bir de bombalı
eylemleri planlayan kişi olduğu söylenen Habib
Aktaş Irak'a kaçmıştı.
Hani eylemlerden sekiz ay kadar önce 1
Mart tezkeresi çıkmadığı için ABD askerlerinin topraklarımızdan geçerek girişine izin verilmeyen Irak'a...
Yoksa bir başka güç "İslami terör" üzerinden ABD-İngiltere hattında Türkiye'yi İslami gelişmelere karşı ortak harekete mi zorlamak istemişti? Bu durumda AK Parti iktidarı bir taraftan şeriatı getirme ithamıyla sıkıştırılırken diğer taraftan El Kaide'nin kanlı eylemlerinin baskısıyla mücadeleye zorlanmış oluyordu. Türk askerinin Afganistan'da sıcak çatışma bölgelerinde aktif görev alması yönündeki taleplerin devam ettiğini hatırlayalım.
Sınır ötesinden uzanan kanlı eylemler gerçekleşirken sınır içinde de ilginç gelişmelere şahit olduk. 28 Şubat'tan
miras kalan "Hakiki Müslümanlık" depreşmişti. Birtakım insanlar daha yakın zamana kadar tebliğ-cihat-şeriat aşamalarını uygulayarak dine dayalı devlet kurmakla itham edilen, defalarca yargılanan kitleler hakkında çok radikal bir değişiklikle tam tersi bir
propaganda başlatmıştı. Birtakım CD'ler hazırlanmış, bu CD'ler
dindar kılıklı kişiler tarafından dağıtılarak düne kadar şeriat getirmekle itham edilen kitlelerin bu sefer de Müslüman Türk halkını gizliden gizliye Hıristiyanlaştırmakta olduğu yayılmak istenmişti.
"One minute" olayından sonra sağ tarafta yeniden ilginç hareketlenmeler başladı. Hükümetin İslam ülkelerine açılmasına inat bazı çevrelerde ters hareketler görülüyor. Birtakım sitelerinde dindarları ve milliyetçileri birbirine düşürücü yayınlar yapılıyor. Türkiye'deki gelişmeleri
Malezya ve Afganistan'ın burkalı kadınları üzerinden hafifleştirmeye çalışanlara
akıl almaz fırsatlar sunuyorlar. "Bunca tecrübeden sonra hâlâ peyniri görünce tuzağın üzerine atlayan tipler bulunur mu?" dememekte fayda var. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir derler. Kendinden başka derdi olmayanlar her zaman bulunabilir.