Bugün yıl sonu ya da yıl başı... Siyaset dışı bir yazı yazayım istedim.
Şu cümleyi, hezarfen dostum
Şeref Oğuz'un Sabah'taki bir yazısında okumuştum:
"Yarını düşünmeyen ulusların, kurumların ve bireylerin yarını olacağına inanmıyorum."
Yarın, dün-bugün muhasebesi ile başlar ve onları aşarak inşa edilir.
Yıl sonları-yıl başları, bir yılı tüketme ve yeni bir yıla başlama kutlamaları yerine, bu anlamda bir muhasebeye imkan verebildiği ölçüde sağlıklı bir anlama kavuşur.
Kur'an-ı Kerim'in iki ayeti beni çok etkiler.
"Her insan, yarına ne gönderdiğine baksın." (Haşr suresi, 18)
Ve...
"İnsan o gün, önden neyi gönderdiğini, neyi
ihmal ettiğini anlayacaktır." (İnfitar suresi, 5)
Bu ayetler insanı, dünya hayatı ve ebedi alem üzerine düşünmeye sevk eder. Ebedi alemin, bu dünyada yapıp edilenlerle inşa edileceği uyarısını taşır.
Saçların ak mı kara mı, önüne döküleceği zamandır yarın. Ebedi hayat...
Onun için, "yarın" için ne yapıyorsun, "yarın" nasıl bir kendi kendini inşa eylemi içindesin, bu soruyu sürekli gündemde tutmalısın.
Zaman, sayılı nefesler, harcadığın saniyeler, yıllar... 2009... Ne kazandırdı sana? Artıların ne, eksilerin ne? Dünya için ne kazandın, ebedi alem için ne kazandın? 2009'u savunabilir misin Mahşer ortamında? Yüzünün ak çıkacağından emin misin?
2010'a nasıl bir birikimle, nasıl bir "yarın hassasiyeti"yle geçiyorsun? Nelerden arınacaksın, nelerle donanacaksın?
Zaman akıp gidiyor.
Yanından yörenden dostların yolculuğa çıktı. Beklemiyordun etrafının öylesine boşalacağını... Sende bir "yarın hassasiyeti" var mı?
Giden bir yıl, senin mukadder ömründen gitti. Yani, ebedi aleme taşımayı düşündüğün kendi kendiliğin için kullanacağın süre bir yıl azaldı.
İnsan, kendini inşa için "ömür gücü"nü kullanıyor ve o güç, doğduktan itibaren saniye saniye, yıl yıl azalıyor. Son nefes son güç niteliğinde.
İçinde, gücü sağlıklı kullanma bilinci var mı?
İyi kitap okuyan bir büyüğüm var. Bana bir gün "Zaman daraldı" dedi. "Gelişigüzel okumak istemiyorum, bu kısıtlı zamanı neleri okuyarak değerlendirebilirim?"
50'li yaşlardaki bir dostum, Türkiye'deki ortalama ömür süresinden yola çıkarak, bundan sonra aktif anlamda kullanabileceği zamanı hesaplamıştı. Bana, zamanı elinden
kaçırma korkusuyla "
Uyumak istemiyorum" demişti.
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan Bey dostumla, Anadolu'da birlikte konferanslara çıkmıştık. 1990'lı yıllar. "Vakit daraldı dostlar" diye başlıyordu sözüne... O söz beni her zaman çarpmıştır.
Hazreti Ömer, bilinen kıssadır, her gün kendisine gelip "Ölüm var, ey Ömer" demesi için ücretli bir insan görevlendirmişti. Bir gün sakalına ak düştüğünü gördü ve görevliye "Artık gelmene gerek yok" dedi. "Çünkü artık uyarıcıyı üzerimde taşıyorum."
Ben kendi hesabıma, o nişanı üzerinde taşıyan bir insanım.
"Yılbaşı eğlenceleri"nin
tavan yaptığı bir zamanda, "
ölüm"den bahsetmek, çok hoş karşılanmaz, biliyorum. Zaten çağımız insanı, o son yolculuğu düşünmemek için ne mümkünse yapıyor.
Hadi onun yerine, "yarın kaygısı" diyelim.
Benim yarınım, çocuklarımın yarını, ülkemin yarını, dünyanın yarını...
Bunların tamamıyla ilgiliyim.
Ve bunların tamamı, benim de, pozitif katkımla iyi olacak, olacaksa...
Eyüp Sultan diye bildiğimiz Ebu Eyyub El-Ensari Hazretleri, İstanbul'u fethetmek için gelen
İslam orduları içinde yer almıştı ve o zaman 102 yaşındaydı.
Öleceğini anladığında, mümkün olduğu kadar
Bizans topraklarının içerlerine doğru defnedilmeyi vasiyet etti.
Niyeti, yarınlarda bu kutluşehrin kapısına dayanacak olanlara bir ufuk çizgisi sunmaktı.
102 yaşında, bir geleceği inşa tutkusu bu.
O tutkuya hayran olmamak mümkün mü?
O tutkunun içinden
Fatih Sultan Mehmet çıktı.
Yaratan'ın "ölüden diri çıkarma"sının bir şekli bu olsa gerek.
Geride kalan zamanlarımız ölen zamanlar, onların içine, geleceği fethedecek bir dirilik tohumu koyabildik mi, bence bu yıl sonu-yıl başında asıl soru budur.