Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hafta içinde
Suriye'ye yaptığı ziyarette elde edilen sonuçlar, 2009'u kapatırken yaşadığımız olumlu gelişmelerden biriydi.
Erdoğan ve Suriye Başbakanı Naci Itri'nin başkanlığında yapılan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Toplantısı'nda 50'den fazla
anlaşma imzalandı.
"
Türkiye ile Suriye arasında 50 anlaşma" başlığıyla habere geniş yer veren BBC,
Ortadoğu'da etkin bir rol oynamak isteyen Türkiye'nin, Suriye'yi bölgeye yönelik politikasında anahtar
ülke olarak gördüğünü ifade etti. Türkiye'nin Suriye ile gerçekleştirdiği projeleri, diğer Ortadoğu ülkelerini kapsayacak şekilde genişletmek istediği yorumunu yaptı.
Çok değil, 10 sene önce savaşın eşiğine kadar gelmiş iki ülke arasında her alanda
işbirliğinin derinleştirilmesi, vizesiz seyahatin başlaması, liderler ve halklar arasında karşılıklı ziyaretlerin sıklaşması, hem bölgenin diğer ülkelerinde hem de Batı'da da büyük dikkat çekiyor.
İngiliz yayın kuruluşu BBC ve diğer Batılı medyalar gelişmeyi yakından izlerken, Türkiye'nin izlediği bu yeni
siyaset Mısırlı gazeteci Fehmi Hüveydi'nin
İran Cumhurbaşkanı
Mahmud Ahmedinejad ile yaptığı röportaja konu oluyordu. Mısırlı gazeteci, İran liderine şöyle soruyordu: "Neden Türkiye gibi komşularınızı rahatlatan, onların çıkarlarını önceleyen bir yol izlemiyorsunuz? Bakın Türkiye bu yolla büyük netice elde etti."
Türkiye'nin, siyaset bilimci Joseph Nye'ın tanımladığı biçimde dış politikada yumuşak gücünü öne çıkaran yaklaşımı gerçekten parlak sonuçlar veriyor. Bu yaklaşımın, Doğu'da ve Batı'da insanların kafasındaki bildik Türkiye ezberini bozduğuna ve Ankara'yı birçok kritik sorunda vazgeçilmez aktör haline getirdiğine kuşku yok.
Ancak bu olumlu tablo ve özellikle Suriye ile ilişkiler konusu, bir süredir gündemden hiç düşmeyen Türkiye'de askerin nerede konumlanması gerektiği tartışmasına ışık tutacak dersler içeriyor.
Malum, 14 yıl boyunca
terör örgütü PKK'ya hamilik eden ve örgüt lideri
Öcalan'ı başkentte ağırlayan Suriye ile ilişkilerde bugün yaşadığımız bahar havası, yumuşak güçle pekişse de başlangıcı sert güç sayesinde oldu. Suriye'nin Öcalan'ı kovmasını ve Türkiye siyasetini gözden geçirmesini sağlayan süreç, dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı
Org. Atilla Ateş'in Suriye sınırındaki
Reyhanlı ilçesinde yaptığı şu açık tehditle başladı: "Türk devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen bazı komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış
tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye'yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı."
16
Eylül 1998 günü Reyhanlı'daki askerî birlikte dile getirilen bu tehdit ve gerilim siyaseti, dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı,
Genelkurmay Başkanı tarafından da desteklendi.
Medya, Mehmetçiğin sınırda yığınak yaptığını yazarken, Genelkurmay detaylı askerî planlar üzerine çalışıyor; Suriye'nin durumu
analiz ediliyordu.
Savaş çıkacağı paniğine kapılan Mısır Devlet Başkanı
Hüsnü Mübarek devreye girdi ve Öcalan, 9 Ekim'de Suriye'yi terk etmek zorunda kaldı. Öcalan'ı İmralı'ya taşıyan bu sürecin bundan sonraki bölümünün nasıl yönetildiği ayrı bir konu, ancak asker bu süreçte kendine düşen rolü harika bir şekilde oynadı.
Millet olarak herkes bu başarıyı alkışladı. Çünkü asker Reyhanlı'da tam olması gereken yerde, yapması gerekeni yapmıştı.
Halbuki Reyhanlı'da alkışlanan aynı asker, bir süredir Şemdinli'de Kafes'te, Poyrazköy'de ve Çukurambar'daki rolüyle ağır eleştirilerin hedefinde. Buradan çıkan
mesaj açık değil mi? Millet, askeri ve onun başındaki Genelkurmay'ı, kendi oylarıyla iktidara getirdiği hükümetlerin, gazetecilerin, dindarların, solcuların, Alevilerin değil, düşmanın karşısında görmek istiyor. Sağdan soldan gelen bütün bu ağır eleştiriler, askerin görev yerinin Çukurambar değil, Reyhanlı olduğunu işaret ediyor. Keşke eleştirilerden rahatsız olanlar, durdukları yere bakabilse...