Çok uğraşıldı, çok didinildi ama 2009 yılında da o başlık atılamadı. Ama merkez medya kararlı 2010’da mutlaka atacak o başlığı:
Ergenekon balonu söndü.
Bundan tam 51 yıl önce başka bir
dava için aynı başlığın büyük bir iştahla atılmasının bedelini
Türkiye acı bir şekilde ödemişti.
Tarih 5
Aralık 1958.
Ali
İhsan Göğüş tarafından çıkarılan haftalık haber dergisi Kim, kapaktan ‘müjdeli’ haberi okuyucularıyla paylaşıyordu: 9 Subay Davası: Sönen
Balon.
Peki, neydi balon olduğu kapaktan duyurulan Dokuz Subay Davası.
Yıl 1957’dir. Tıpkı günümüzün isimsiz ihbarcı
subayı gibi bir ihbarcı subay ortaya çıkar. Ama bu kez adıyla ve sanıyla. Kurmay
Binbaşı Samet Kuşçu, Demokrat Parti’nin ileri gelenlerine ordudaki cuntayı ihbar etmiştir.
Biri
CHP yöneticisi
emekli bir
kurmay albay, çoğunluğu albay ve
yarbay sekiz asker tutuklanır ve
Askerî Mahkeme’de yargılanmaya başlanır.
Dönemin gazeteleri bu davadan hiç hoşlanmazlar. Bu subayların tek suçunun İsmet Paşa’yı sevmek olduğunu yazarlar. Onlara yapılan muamelenin Elliniki Enosis cemiyeti mensuplarına bile yapılmadığından şikâyet ederler.
Kasım 1958’de Harbiye’deki
Askerî Mahkeme’de karar açıklanır. Daha sonra genelkurmay başkanı olduğunda adı
darbe girişimlerinde geçince emekliye sevk edilecek Mahkeme Başkanı
Cemal Tural, ihbarcı asker Samet Kuşçu’ya doğru elini uzatıp askerlere ‘yakalayın’ talimatını verir. Samet Kuşçu iki yıl hapse çarptırılmış, diğer subaylar serbest bırakılmıştır.
Darbe iddialarının ne kadar mesnetsiz olduğunun anlatıldığı Kim dergisinin iç sayfalarında karar için “Adalet yerini buldu” başlığı kullanılmış ve altında da şöyle yazılmıştı:
“Böylece bir yıl müddetle bütün Türk ve dünya efkârını işgal eden bir iddia, asılsız çıkıyor ve başta Türk ordusunun şerefli mensupları olmak üzere bütün vatandaşlar sevince gark oluyordu.”
Darbe iddialarının ‘balon çıkmasından’ 1,5 yıl sonra darbenin kendisi gerçekleşti. 9 Subay olayının üzerine gitmek isteyen Celal Bayar’ı, sorunu orduyu yıpratmadan çözmek isteyen Adnan
Menderes durdurmuştu. 27
Mayıs’tan sonra Bayar’ın Menderes’e bu yüzden kırgın olduğu söylendi...
Peki, Dokuz Subay Olayı’nın ‘balon çıkmasıyla’ sevince gark olan Kim dergisinde kimler çalışıyordu:
Orhan Birgit,
Oktay Ekşi,
Coşkun Kırca, Fikret Otyam, Sadun Tanju, Yılmaz
Büyükerşen ve
Bülent Ecevit...
Tarih bu kez 29 Mayıs 1977’dir.
Seçim gezileri için
İzmir’e gelen CHP Lideri Bülent Ecevit’e
Çiğli Havaalanı’nda parti otobüsüne binerken uzaktan ateş edilir. Yanında bulunan Mehmet İsvan bacağından yaralanır.
Füze cinsi bir silahtan atılan gazlı kurşun özel yapımdır.
Polis “mermi değil patlangaç” diyerek olayın üstünü örtmeye çalışır. CHP’li iki
genç “suçlu” oldukları iddiasıyla gözaltına alınır. İzmir Valisi’nin olayı bir süre Ankara’ya bildirmediği öğrenilir.
Menemen Savcısı olaya kendi inisiyatifiyle el koyar. Ama bir sonuç çıkmaz.
Bülent Ecevit ‘Bu bir suikasttı, bana karşıydı’ der ve kontrgerillayı işaret eder. Dönemin merkez medyası suikasta da kontrgerilla iddialarına da pek inanmaz... Adalet Partililer Ecevit’i komploculukla, devletin kurumlarını yıpratmakla suçlar, CHP’lilerle dalga geçilir.
Ortada atılmış bir kurşun ve Ecevit’in yanı başında yaralanmış bir kişi varken olayın Ecevit’e dönük bir suikast olduğuna inanmayanlardan biri de
Milliyet Başyazarı
Abdi İpekçi’dir.
2 Haziran 1977 günü “Şüpheler, şüpheler” başlıklı yazısında şöyle demektedir: “Böyle bir görev yüklenmiş (polisi kastediyor –YO) kişinin Ecevit’in ya da herhangi bir parti liderinin hayatına kastedeceği, öldürmeye kalkışacağı düşünülemez. Bu bakımdan Çiğli Havalimanı’nda Mehmet İsvan’ın yaralanmasıyla sonuçlanan olayın aslında Ecevit’e yönelik bir suikast ile ilgili olduğuna inanmak zordur. Gaz tüfeği herhalde bir
kaza ya da
ihmal sonucu patlamıştır.”
Bu yazının üstünden 20 ay geçtikten sonra Abdi İpekçi hâlâ asıl faili tartışılan bir suikasta
kurban gider. Onu öldüren
Mehmet Ali Ağca askerî cezaevinden yurtdışına kaçırılır.
Peki, Abdi İpekçi’yi ‘yalnız kurt’
ülkücü bir gencin öldürdüğünü iddia edenlere ne olur?..
Bu hikâye daha ne kadar böyle sürüp gider?