Siyaset, yargı, asker,
bürokrasi ve medya ekseninde gergin, tansiyonu yüksek olaylar ve sert
tartışmalar yaşanıyor.
Kimileri buna “
kaos” diyor varsın öyle olsun. Denizler durulmaz dalgalanmadan. Gerçek şu ki,
Türkiye dalgalanmadan durulmayacak bir noktaya gelmiştir.
Ya eski durgunluğa; yani,
siyaset üzerinde vesayete, yarım
demokrasiye, etnik, dinsel ve fikri ayrımcılığa ve de kurucu ideoloji sahiplerinin hukukuna rıza gösterilecek ya da daha kaliteli bir demokrasi için denizler dalgalanacak. O zaman ne kaos olur, ne gerginlik ne de tartışma. Küçük bir
azınlık mutlu olur, büyük çoğunluk da acısını içine atar; gittiği yere kadar... Ne zaman ki homurtular başlar, o zaman ağızlara bir
parmak bal çalınır, sonra yine devam.
Memlekette
ekonomik adaletsizlik varmış,
Kürt sorunu büyüyormuş,
Sünni-
Alevi bütün inananlar mutsuzmuş,
ülke dışarıda itibarsızmış umurlarında olmaz. Çünkü, çok iyi bilirler ki her büyük sorunun çözümü aslında kendi
iktidarlarına ve o iktidardan düşen paylarına yönelik büyük bir tehdittir. O yüzden, bugün “eski kaossuz günler”i arzulayanların hepsinin birden, her türlü açılıma karşı çıkması hiç tesadüf değildir.
Kendilerini “
mağdur” takdim edenler esasında eski güzel ve “durgun” günleri hayal etmekteler. Bir sabah uyansalar ve ortada ne
AK Parti, ne
Anadolu sermayesi, ne
sivil toplum ve ne de demokratik medya kalsa. Her şey eskisi gibi olsa...
Kime ne verilecekse o payları yine kendileri dağıtsa. Aslan payını kendilerine ayırıp kırıntıları ahaliye savursalar... Siyasette, akademide, bürokraside, sporda, sanatta, medyada kimin bir adım öne çıkacağını, kimin asla hiçbir zaman öne çıkamayacağını cetvelle çizer gibi planlasalar... Hükümetler devirip hükümetler kursalar, şöhretler yaratıp şöhretler bitirseler, ihaleleri hep onlar alsa, reklam pastalarını hep onlar dilimlese...
Bu imtiyazları kaybeden kim olsa mutsuz olur. Kim olsa “mağdurum” diye feveran eder. Çaresiz kalan kim olsa, “AK Parti gitsin de kapatılıp mı gitsin,
darbeyle mi gitsin, nasıl giderse gitsin” der.
İçinden geçtiğimiz şiddetli değişim günlerine dikkatle bakın eski iktidar sahiplerinin umutsuzluğunu görürsünüz. Umutsuzluk da en tehlikeli ruh halidir...
Umutsuzluktan dolayıdır ki değişime bölünme,
demokratikleşme girişimlerin de kaos diyebilmektedirler. “Ülke değişiyor, hak yerini buluyor” diyemeyeceklerine göre “ülke kaosa gidiyor” demektedirler.
Bir ülke düşünün ki
Başbakan Yardımcısı’nın evinin önünde iki asker kişi “
teknik takip” şüphesiyle yakalanmış olsun ve bu hadise üzerinden yapılan tartışma daha ikinci günden “adamlar da çok salakmış” seviyesine insin. Olayı anlamaya, yakın geçmişteki belgelerle/bilgilerle ilişkilendirmeye çalışmak yerine sinsi sırıtışlarla geçiştirme çabası...
Medya köşelerindeki eski iktidar sahiplerini hali bu yüzden içler acısıdır. Darbecinin, suikastçinin IQ’sunu ölçmeye kalkışıyorlar, aradıklarını bulamayınca da derin bir sükut-u hayal yaşıyorlar.
Aynı imzalar, aynı köşelerden
İrtica Eylem Planı’nı, darbe kağıtlarını,
Ergenekon dosyalarını,
Danıştay cinayetini de böyle örtbas etmeye kalkışmışlardı. IQ seviyesi hiç değişmedi...
Danıştay hakimini, Hrant Dink’i, Rahip Santoro’yu,
Zirve Yayınevi sahiplerini katledenlerin IQ seviyelerini ölçtüler mi acaba?
Darbecide, suikastçide, teknik takipçide her neyse; aradıkları böyle daha kanlı, daha acımasız, daha gözü kara bir
zeka mıdır?
Yoksa, bazıları meselenin ciddi olduğunu anlamak için illa da
Alparslan Arslan’ın veya Ogün Samast’ın zeka pırıltısı mı görmek istiyor?