Türkiye'de eski rejimin çöküp özgürlükçü demokrasinin yerleşmesinin sancılarını yaşıyoruz.
Dünyayla bu denli bütünleşmiş ekonomisiyle, bu denli güçlenmiş
sivil toplumuyla, bu denli demokrasiye bağlı halkıyla Türkiye'de, dış dünyadan
destek görme umutları da kalmamış olan cuntacılar ve askeri
darbe yandaşları başarısızlığa mahkum.
Güncel meselelerimiz, parçası olduğumuz dünyanın ve insanlığın uzun vadeli sorunlarını görmemize engel olmamalı.
Küresel ısınmanın yol açtığı iklim değişikliği, insanlık için nükleer savaş
tehlikesinden de büyük bir tehlike. Atmosfere seragazı salımlarını denetim altına alacak Küresel
İklim Antlaşması için toplanan
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi, 7-18
Aralık tarihleri arasında
Kopenhag'da yapıldı.
Seragazı salımlarına bütün ülkeler için bağlayıcı sınırlar getirilmesi konusunda
anlaşma sağlanamadığı için, zirve başarısızlıkla sonuçlandı. Zirveden çıkan "Kopenhag Mutabakatı"nı kimileri bir "
intihar anlaşması" olarak niteliyor, kimileri ise en azından küresel ısınmanın 2 derecenin üzerine çıkmasına izin verilmemesi hedefinde anlaşılmış olmasını, salımların başlıca sorumluları olan ülkelerin hepsinin sorumluluklarını kabul etmiş olmalarını ileri doğru bir adım olarak görüyorlar.
Kopenhag'daki başarısızlığın başlıca sebepleri olarak şunlar gösteriliyor: Ülkelerin çoğu, küresel ısınmanın önlenmesi için alınacak önlemleri
kalkınma çabaları olarak görüyor, kısa vadeli maliyetlerle uzun vadeli kazançlar arasında ayrım yapamıyor. (Türkiye'nin bu kategoriye girdiği muhakkak.) Kalkınmakta olan ülkeler, bütün bedelin kalkınmış ülkeler tarafından ödenmesi beklentisi içinde. Müzakerelerin konusu fazlasıyla karmaşık. Oybirliğiyle karar alınması zorunluluğu, her ülkenin bir oya sahip olması, netice alınmasını fevkalade güçleştiriyor. ABD yanında
Brezilya,
Güney Afrika,
Hindistan ve Çin'in katılmadığı kararların uygulanması mümkün değil. Müzakerelere öncülük eden AB'nin netice almaya yeten bir ağırlığı yok.
İklim değişikliği önlenebilecek mi? Bir sorunun bilincine varılması, halledilmesi için ilk adımdır, diye düşündüğüm için genelde sahip olduğum temkinli iyimserliğe bu konuda da sahip olduğumu söyleyemiyorum.
Emin olduğum bir husus varsa o da uluslararası topluluğun gelecek kuşaklara karşı büyük bir ahlaki sorumlulukla karşı karşıya olduğu. İklim değişikliğinin vahim sonuçları, bugün hayatta olan kuşakları çok ciddi bir şekilde tehdit etmeyebilir. Ne var ki, uluslararası topluluk olarak, küresel ısınmayı engelleyecek önlemler üzerinde bir an önce anlaşıp, bunları denetimli olarak uygulamaya koymayı başaramazsak, gelecek kuşaklara içinde yaşanmaz bir dünya bırakacağız.
Uluslararası topluluğun gelecek kuşaklara karşı başka bir ahlaki sorumluluk alanı kuşku yok ki, insanlığı birkaç kez yok etme yeteneğine sahip nükleer
silah depoları yanında, nükleer silah programlarından ve
nükleer enerji santrallarının ürettiği radyoaktif atıklar.
Nükleer santralların güvenle çalışmasının sağlanabildiğini kabul etsek bile, yüzlerce yıl çevreye bulaşmayacak şekilde saklanması gereken nükleer atıkların ne yapılacağı konusunda bugüne kadar çözüm bulunabilmiş değil.
Nükleer enerji ne
ucuz, ne de
temiz. Ne dışa bağımlılığı azaltır, ne de küresel ısınmaya çare olabilir. En vahim yönü de, yukarıda değindiğim, nükleer atıklar sorununu doğurması. Bütün bu nedenlerle son otuz yıldır, nükleer enerji santrallarının ülkemize sokulmaması için yürütülen mücadeleye omuz veriyorum. Türkiye bu yönde harcanan bütün çabalara rağmen bu belalı işe bugüne kadar bulaşmadı. Umarım bundan sonra da bulaşmaz.
Enerji ihtiyacına hem
ekonomik, hem de ahlaki olan çare, enerji tasarrufu ve çevre dostu enerji kaynaklarına yatırım yapmak.
NOT: Değerli okurlarım, önümüzdeki hafta izin yapacağım. Yeni yılda yeniden buluşmak üzere, 2010'da hepinize daha iyi bir dünya ve Türkiye diliyorum.