Bir
Ermeni vatandaşımızın 2009’da ‘devlet memurluğuna’ kabulü birinci sayfa haberi oluyor ise. T.C. vatandaşı Rum kızımız olan
Marina’nın
İstiklal Marşı’nı hisseder söyleyip, yarışmada birinci olması “
manşet” oluyor ise...
Bu, sizce çok ama çok garip değil mi? Türk,
Müslüman ve
Sünni olmayana “vatandaş” olarak bakmayan epeyce bir insan için maalesef hiç de garip değil. Ama vatandaşlığı devletle birey arasında “hukuksal” bir hak ve
ödev olarak algılayanlar için çok garip... Hem de çok...
Zaten tüm
toplum için garip olsa, 17
Ekim 1999’da Gökçeada’da Marina henüz 15 aylık bir bebekken evi kundaklandığında da büyük bir hassasiyet gösterirdik.
Irzlarına geçilmek için evleri kundaklanınca aldırmayıp,
İstiklal Marşı söyleyince işi büyütmek de olaylara hala “nasıl” baktığımızın resmi zaten.
***
Benim garibime giden, hükümet üyelerinin de zaman zaman “vatandaşlık” refleksinden hareketle sadece “hukuksal” bir pozisyon almaları gereken yerlerde, daha ziyade mensup bulunduğu çevreye yönelik “kodlarla” olaylara bakması...
Dün de yazdığım gibi başörtüsünden
mağdur birisinin Ermeni, Rum,
Süryani,
Alevi vatandaşlar kendi hak ve hukuklarını isteyince onlara Recep Peker ağzıyla konuşması sizi irkiltmiyor mu? Ben fazlasıyla rahatsız oluyorum.
***
Başmüzakereci Egemen Bağış,
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu ile
Çevre ve
Orman Bakanı
Veysel Eroğlu dün AB ile açılan çevre faslı için Brüksel’deydi...
Türkiye’de ise Patrik
Bartholomeos tartışması devam ediyordu...
Önce Patrik’in çıktığı
Amerikan televizyonunda söylenenlere baktım:
“Modern Müslüman Türkiye’de Patrik, sıcak karşılanmadığını hissediyor. Türk yetkililer, Hırıstiyan mülklerine el koydular, Hırıstiyan kiliselerini, manastırlarını ve okullarını kapattılar. Cemaati, Türk yetkililerin, Patrik Bartholomeos’u kiliselerin en eskisi olan kilisesini Türkiye’nin dışına zorla çıkarmasından korkuyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos, Türkiye’de ‘ikinci
sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini’ ileri sürerek, ‘(Türkiye) Kudüs’ün devamı, bizim için onun kadar kutsal ve
mübarek bir
toprak. Bazen çarmıha geriliyor olsak da burada kalmayı
tercih ederiz...’”
***
Sonra 2009 AB İlerleme Raporu’na baktım.
Alevilerden Süryanilere herkesin dini
özgürlükleri için yeterince çaba harcanmadığından şikâyet ediliyordu... Israrla Heybeli
Ruhban Okulu’nun kapalı tutulması da bir kez daha söz konusuydu... Ruhban Okulu 1971’de kapandı. Çünkü
Yunanistan ile aramızda
Kıbrıs nedeniyle sert rüzgârlar esiyordu. Hıncımızı kendi gayrimüslim vatandaşlarımızdan aldık. Bugün de, Türkiye’nin okulun açılmasına karşı olduğu nedenler arasında, Yunanistan’ın Batı
Trakya’daki Türk liselerine mali
destek vermemesi ve
Batı Trakya Türklerinin seçilmiş müftülerinin tanınmaması da yer alıyor. Kısacası, kendi vatandaşımıza
rehine muamelesi yapıyoruz. Yunanistan’ın ihlali neden bizim vatandaşımızın mağduriyetine neden olsun?
Bunları da göz önüne alarak, İlerleme Raporu’nun sadece “dini özgürlük” bölümünü okumak bile Türkiye’deki “çifte standardı” gözler önüne sergiliyordu...
***
Patrik’in Rumca bir deyim olan ve yanlış çevrilen “çarmığa gerilmek” tanımlaması, Ruhban Okulu’nu hukuku çiğneyerek kapalı tutmaktan çok daha fazla hassasiyet uyandırdı. Bu arada Davutoğlu da sertçe ve çok hızlı topa girdi. Bartholomeos’un “Türkiye’de kendimizi çarmıha gerilmiş hissediyoruz” yönündeki açıklamalarına sert tepki gösterdi, “ben bunu arzu edilmeyen bir dil sürçmesi olarak görmeyi
ümit ediyorum” dedi.
“İlkelere” ve “temel hak ve özgürlüklere” göre hareket edenlerin bizleri anlamasına imkân yok. Vatandaşının
gasp ettiğin hakkını teslim etme, şikâyet edince diklen...
Tabii bu anlayış AB müzakere sürecinin de neden çok daha hızlı yürüyebilecekken yürümediğini çok somut olarak sergilemekte...
***
On yıl önce evi kundaklandığında sessiz sedasız geçiştirdiğimiz ama İstiklal Marşı’nı söyleyince göklere çıkardığımız
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 15 yaşındaki Marina var ya, işte onun ailesi
Fener Rum Patrikhanesi yardımıyla barınıyor ve geçiniyor... Mağdurların mağdurları anlaması gerekirken, üstelik de hukuksal olarak gaspa giren bir konuda şahinleşmeyi anlamak mümkün değil... Bu üslubun siyaseten belki bir hedefi vardır ama vicdan açısından doğrusu tutarlı olunduğunu söylemek pek de kolay değil...
Olaylara “hukuk” üzerinden bakmadıkça, vicdanın sesi olmak da mümkün değil zaten...