Küçükçekmece'de,
sokakların
molotofkokteyliyle ile cehenneme döndürüldüğü bir vakitte, dersaneden dönen 17 yaşında lise son
sınıf öğrencisi Serap, otobüsten inerken, otobüse atılan bir molotofkokteyli ile cehennemin tam ortasında kaldı.
Önce elbiseleri tutuştu, sonra güzelim saçları, sonra bedeni... Serap 29 gün
ölümle pençeleşti ve hayata gözlerini yumdu.
Şimdi soralım:
-Kim Serap? Neden kurbanı oldu bu
terörün?
Molotofkokteyliyle ile sokakları cehenneme çevirenler, Serap'ı niye
hedef seçtiler?
Molotofkokteyli atanlar
Kürt mü idi?
Belediye otobüsü Türkler'in
belediye otobüsü mü idi?
Belediye otobüsünde
seyahat edenler Türkler miydi?
Belediye otobüsü devlet miydi?
Belediye otobüsünü yakınca, kim yanmış olmaktaydı?
Belediye otobüsünü yakınca,
teröristin öfkesi nasıl bir tatmine kavuşmaktaydı?
Teröristin aklından, "Ya bu otobüsü kullanan
şoför ve onun taşıdığı insanlar "Düşman" kategorisinde sayılacak insanlar değilse..." diye bir düşünce hiç geçmemiş miydi?
"Ya Serap bir Kürt kızı ise..." gibi bir düşünce kırıntısı oluşmamış mıydı zihinlerinde?
Yoksa terörün gözü kör mü olurdu?
Yoksa terör başlayınca Türk-Kürt,
devlet memuru ya da
sivil vatandaş dinlemez miydi?
Serap yerinde bir bebek, bir hamile anne, bir nine, bir
dede olsa terörist için fark etmez miydi?
Serap yerinde molotofkokteylini atan teröristin hastaneden dönen babası, ya da annesi olsa fark etmez miydi?
Nitekim Serap'ın İstanbul'daki ölüm haberi ile üniversite öğrencisi Aydın'ın Diyarbakır'daki ölüm haberi, Reşadiye'deki askerlerin şehadet haberi ile aynı gün düştü medyanın günd
emine.
PKK, Doğu-Güney
doğu'da, askerlerin dışında, bugüne kadar
korucu diyerek,
dindar diyerek,
yardım ve yataklık yapmadı diyerek binlerce Kürt'ü öldürmüştü.
Bunlar arasında henüz kundakta olan bebekler vardı.
Öcalan, bu katiller sürüsünün lideri idi.
Şimdi, onu put haline getirmeye çalışanlar, bütün bu kanlı cinayetlerin göz ardı edilmesini istemekteydiler.
Ama işte, şu anda, başvurdukları yöntem de bir
vahşet yöntemi olmaktaydı.
Sokakları cehenneme çevirmek...
Bu, terör kime rastlarsa mantığının ürünü olabilirdi ancak...
Otobüsleri
yakmak...
Sokaklara park etmiş araçları kundaklamak...
Ev ve işyerlerine saldırmak...
Bunların kime ait olduğunu sorgulamadan tedhiş ortamı oluşturmak...
Hedef gözeterek terör yapmak bir vahşet, hedef gözetmeksizin her yeri hedef haline getirmek bir başka vahşet.
Böyle bir tedhişin amacı ne olabilir?
Bu tedhişin Kürtlüğe bir faydası olabilir mi?
Bu tedhişle bir yere varılabilir mi?
Her sorunun cevabı karanlık dünyalara götürüyor bizleri.
Diyelim sokaklarda yüzlerce, binlerce insan var. Yüzler maskeli.
Seyrederken, içinizden "Bunlar insan olamaz" nefretinin ayağa kalktığı işleri, pervasızca, fütursuzca yapıyorlar.
Bir gazeteciden, bir kameramandan ne istersiniz?
Militanın biri, elinde mikrofondan başka bir şey olmayan televizyon habercisinin üzerine kocaman bir briket parçasını atıyor.
Bu nedir? Hangi davanın adamıdır bu maskeli
militan?
Böyle bir tedhiş ortamının içine her tür
provokatör girebilir.
Ama burada da abes olan bir şey var:
Demokratik Toplum Partisi adı altındaki
legal kuruluş, bütün bunları Kürt
toplumunun kendiliğinden tepkisi olarak niteliyor ve "Öcalan'a sahiplenme" gerekçesi ile meşrulaştırmaya çalışıyor. İşte bunun adı çılgınlıktır.
Her türlü provokasyona açık bir ortamı sahiplendiğinizde, siz de provokasyonun kurgulayıcılarından birisi olur, çıkarsınız.
Bütün kanaat önderleri,
kapatma davası öncesinde DTP'nin yaptıklarını "Bizi kapatın" çağrısı olarak yorumluyorlar.
Bir parti "Bizi kapatın" diye provokasyon yapacak: İşte çılgınlık dediğim şey bu.
Demek ondan ötesi de var.
Bu teröre rağmen kapatılmamak ya da kapanmaktan sonraki durum.
Birisi "Bunca terör yaptık kapatılmadık" meydan okumasını getirecek, diğeri, "Bizi kapattılar, tek yol dağa çıkmak" şeklindeki
cinnet yorumunu...
Gençlerin yeniden çılgınca bir yola sürüklenmesi...
Şu anda, "Açılım"a büyük
ümit bağlayan ve DTP'ye en sempatik
bakan insanlar bile "DTP kapatılmasın" derken zorlanıyor. Çünkü sokaktaki tedhiş, kamuoyunu allak bullak etmiş durumda.
Hadiselerin Serap'ın, Aydın'ın ölümü ile askerlerin pusuda şehit edilmesi ile tırmanmasını, bunun tam da "Açılım" ve DTP'nin kapatılma davasına denk gelmesini, "provokasyon" ihtimali ile yorumlama eğilimi gözleniyor. Doğru. Bunlar
akıl alır işler değil. Ama "Tüm bu olaylar seyrinin içinde DTP'nin çılgın duruşlarını hangi odağın provokasyonu ile izah etmemiz gerekiyor" sorusu anlamsız mı? Hakan Albayrak'ın "Kürt Ergenekon'u iş başında" başlıklı yazısı ile verdiği mesajı ciddiye aldık mı, DTP ve PKK'nın bu işteki yerini yurdunu sorguladık mı? Bunu, hâlâ DTP ve PKK'da temsiliyet rolü gören Kürtler'in gündemine taşıyabildik mi?
Ama son sokak hareketlerini meşrulaştırmak, DTP'yi, provokasyonla iç içe bir konuma sürükledi. Emine
Ayna çizgisi adeta DTP'yi ipotek altına aldı. DTP'nin yargıdaki durumu ne olur bilmem ama açık da kalsa, üzerinde çok derin kuşkular taşıyacağı muhakkak.