Açılım!.. Aylardır bu kelimeyle yattık, kalktık.. Demokratikleşmede yeni bir dönemin başlayacağı umudu kabarmıştı v.s. Oysa bugün önümüzde DTP’nin ‘Ortada
açılım falan kalmadı, bitti’ dediği,
CHP ve MHP’nin ‘Zaten bir şey yoktu ki’ yaftasını astığı tablo duruyor..
Oysa gerçekte hiçbir şey bitmiş değil.. Zira
demokratikleşme dediğimiz sürecin ön şartı siyasetin yani
Başbakan Erdoğan’ın tavrı; ama geride bir devlet kararı da var.. T
akılınır, tökezlenir, duraksanır ama gidiş yönü değişmez..
O halde nedir frene basılmasının sebebi, olan ne derseniz; bence olan, başbakanın buram buram provokasyon kokan şiddet ve şirretliğin tırmanmasının arkasında öngörülenin dışında başka şeyler olabileceğinden huylanıp tedirgin olması..
Tayyip Erdoğan ‘açılım’ için düğmeye basarken meselenin hassasiyetinin de çıkılan yolun siyasi bir bedeli olabileceğinin de farkındaydı kuşkusuz. Ancak görev dağılımını yaptıktan sonra siyasetçisinden bürokratına herkesin üstlendiği işi olası tuzakları göz önüne alarak en ince ayrıntısına kadar planlayarak yürüteceğini düşünmüştü.. Sonuç öyle olmadı.. ‘
Habur fiyaskosu’ değil ince, kaba ayrıntıların dahi
hesap edilmemiş olduğunu gösterdi..
Ancak devlet projesine dönüştürülmüş bir sürecin aslında
mevzi ve hesapta olmayan
PKK gösterisi sebebiyle sürüncemeye terkedildiğine inanmak zor. O halde olan ne?
Biraz geriye çekilip bakıldığında görünen
manzara Türkiye’de sadece siyasetin değil kurumların da kendi içlerinde bölünme yaşadığı!.. Ve bölünmenin giderek gizli/açık tavır alışlarla dışa yansımaya başladığı..
Bölünmüşlüğün arka planındaki resmin ayrıntılarını bir
gazete yazısı çerçevesine sığdırmak mümkün değil.. Satırbaşları şöyle:
Cümle âlem biliyor ki, demokratik açılım diye ifade ettiğimiz sürecin başlangıç evresinin ortalık ayağa kalkmadan aşılmasında en fazla çıkarı olan grup
Kürtler.. Keza bu süreç şayet açıklanan
hedef doğrultusunda silahların bırakılması sonucunu doğurur ve şiddet ortamı yerini kitlelerin
refah talebine bırakırsa, bir sonraki adımında ümitlenmesi mümkün hale gelebilecek kişi,
infaz koşullarının iyileştirilmesinden öte bir talepte
bulunamayacak konumdaki Abdullah
Öcalan...
Hal böyleyken son birkaç haftada sergilenen şiddet dalgasının sebebi ne? ‘Doğum günü kutlaması ya da Öcalan’ın odasının santimetrekare boyutunda daralmasına gösterilen tepki’ izahının bence hiçbir inandırıcılığı yok..
Bu değilse ne, sorusu ister istemez görünenin derinine nüfuz etmeyi, takılınan yerde akıl yürütmeyi gerektiriyor..
Yukarıda ‘kurumların bölünmüşlüğü’nden söz ettim. Birileri köşeye fazla sıkışmışlığın öfkesiyle Tayyip Erdoğan’la hesaplaşmayı PKK ve Öcalan üzerinden yapmayı planlanlıyor olamaz mı? ‘İyi sıhhatte olsunlar’la uzlaşmak, teslim olmakla tecrid olmak kıskacında kıvranan PKK kurmaylarının işine neden gelmesin?
‘İyi sıhatte olsunlar’ın her kurumda var olan ayağının şu an faal olduğunu gösteren işaretten bol bir şey yok.. DTP hakkında
kapatma davası 2007’nin
Kasım ayında yani AKP hakkında açılan davadan beş ay önce açılmıştı.. İki sene bekledi
Anayasa Mahkemesi şimdi harekete geçti.. Sonucun ne olacağını merak ediyor musunuz? Siyasi yasaklar, milletvekilliklerinin düşmesi, Avrupa’da başlayacak yeni tartışmalar, PKK’nın ‘Devlet bize dağdan başka bir yol göstermiyor’ yaygarası v.s.
Ve medyaya bakın, akşamları TV kanallarının haber bültenlerini izleyin, herhalde Roj-TV bu denli etkin PKK propagandası yapmıyor.
Hepsi kasıtsız tamamı tesadüf mü?
NOT: Tokat’ta şehid olan askerlerimize Allah’tan rahmet, milletimize ve ailelerine
başsağlığı diliyorum.