Bu tabiri ilk defa
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ, geçtiğimiz haziran ayında kullandı.
LAW
silahını eline alıp "bu bir borudur" dediği meşhur basın toplantısında, "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik medya aracılığıyla asimetrik
psikolojik harekât" yürütüldüğünden şikâyet etti. Aynı tabir geçtiğimiz hafta yapılan YAŞ toplantısında yine kullanıldı.
İlker Başbuğ bu savaşı medyanın yürüttüğünü vurgulamıştı.
Baykal ise "hükümetin bu asimetrik psikolojik savaşın bir parçası olduğundan hiçbir şekilde kuşkusu olmadığını" söylüyor.
Bu savaşı kim, niye yürütüyor?
Ordumuzdan ne istiyorlar? Bu savaş neden "asimetrik" ve üstelik "psikolojik"?
Bazen kelimelere mecazî mânâlar yüklüyoruz. Hem "asimetrik", hem de "psikolojik" bir savaş ile savaş dışında başka bir şeyin kastedildiğini düşünebilirsiniz. Ama bu kelimeyi
icat edenler askerler olunca "savaş" kısmını ciddiye almamız gerekiyor. Askerler bu tür iri, iddialı ve gürültülü lâfları seviyorlar. Ama yine de "asimetrik psikolojik savaş"ın bir anlamı olmalı.
Anlamı muğlak bu tür kavramları gün ışığına çıkartmak için onları var eden somut durumları hatırlamak gerekir. "Asimetrik savaş" deyimi Amerikalılara ait. İlk kullanımı 11
Eylül İkiz Kuleler olayından sonra. Denk olmayan bir gücün, devasa bir güce zarar verebilmesini anlatıyor. Bu, sansasyonel olayda görüldüğü üzere ileri teknoloji kullanan çağdaş gerilla taktiklerini içeriyor. "Psikolojik savaş" ise daha eski, II. Dünya
Savaşı'ndan sonra, özellikle
Soğuk Savaş döneminde yaygınlaşıyor. Soğuk Savaş, ideolojik rekabetle yürütülüyordu. Karşılıklı olarak
propaganda öne çıkınca, bu işlere "psikolojik savaş" tabiriyle ilave bir önem verildi. Bugün modası geçmiş bir tabir. Onun yerini, yine Amerikalıların icadı olan "kamu diplomasisi" tabiri aldı. Bu tabir meşrû yöntemlerle doğrudan halkları ikna etme çabası anlamına geliyor.
İşin doğrusu "psikolojik savaş" tabirinin bizim askerlerimiz tarafından bu kadar tutulmasının sebebi, siyasî
vesayet faaliyetlerinin güya bu savaşın yöntemleri ile yürütülmesi. Bugün "bilgi
destek" olan dairenin adı geçmişte "psikolojik harekât" idi. Millî
Güvenlik Kurulu'nun demokratikleşmesi sırasında "psikolojik harekât"ın da iptal edilmesine askerlerden çok
itiraz gelmişti. Can alıcı mesele şu: Toplumu etkilemeyi hedefleyen propaganda faaliyetleri bir "savaş" olarak isimlendirilince muharebede silah kullanmakla barış zamanı andıç hazırlamak arasında bir fark kalmıyor. Fiilen savaşmayan ordu kendisine bir meşgale bulmuş oluyor. Bir savaş yürüttüğünüze göre en ucuzundan düşmanlar icat ediyorsunuz. Bu düşmanların ortadan kaldırılması için her çare planlamaya dahil ediliyor. Ayrıca toplumu bu savaşla istenen askerî amaca, yani
darbeye uygun biçimlendirmek için her türlü provokasyon normal kabul ediliyor. Ne de olsa bir savaş yürütülüyor.
Tekrarlayalım: "Psikolojik savaş" bizim ordumuzun kendi halkına karşı yürüttüğü siyasî vesayet faaliyeti. İşin propaganda kısmı bütünüyle başarısız. Bol keseden Türk'ün Türk'e propagandası bu.
Kürtler üzerinde tesirli olmaması, içinin kof olduğunu göstermiyor mu? Geri kalan kısmı da, gerilla taktiklerini halkın üzerinde kullanarak benzer neticeleri elde etmek. Yani? Özellikle provokatif şiddet uygulayarak halkın tepkisini harekete geçirmek. Hiç saklanacak tarafı kalmadı.
Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan
bombaların ve
Danıştay saldırısının bir "psikolojik savaş" uygulaması olduğu ortada değil mi? Tıpkı
Kafes planı gibi.
Ergenekon soruşturması ile aslında darbe amacıyla icra edilen veya planlanan (içinde bol miktarda provokatif şiddet örneği olan) psikolojik savaş faaliyetlerini yargılamıyor muyuz? Meşhur "ıslak
imza"nın altına atıldığı "
İrticayla Mücadele
Eylem Planı" bir psikolojik harekât hazırlığından başka ne olabilir? Koç Müzesi'ne bomba yerleştirilmesi bir "asimetrik savaş" planı değil miydi?
Peki o zaman ordumuz neden kendisine karşı "asimetrik psikolojik savaş" yürütüldüğünden şikâyet ediyor? Ordu içindeki "kurumsal" bir çetenin, yürütmekte olduğu "asimetrik psikolojik savaş"ın mağlubiyetle sonuçlanması bu şikâyetin sebebi olmasın?