Her
pazartesi kaleme alınan bu yazı(lar)da önemli
gündem maddelerini ele almak istiyoruz. Hadiselere bakışımızı siz değerli okurlarımızla paylaşmayı hedefliyoruz. Ancak bazen o kadar çok gündem oluyor ki bir yazıyı sadece bir gündem maddesine hasretmek mümkün olmuyor.
Dolayısıyla haftanın en önemli konularına kısaca değinmek gerekiyor bazen. Müsaadenizle bugün de hayati önem arz eden mevzulardan bazısına temas edip geçelim. Akla ziyan bunca hadisenin bir anda yaşandığı
ülkede karamsarlık her an yanı başımızdadır. Ancak umudumuzu kaybetmek için hiçbir sebep yok. Sular mutlaka durulacak bir gün. Bugünkü bulanıklık yarınki durulmanın en büyük hüccetidir. Çünkü zifiri karanlığın tek bir yararı var: Aydınlığa duyulan hasret! Her ne kadar bugün çok büyük sıkıntılar çekilse de yakın bir gelecekte bu güzelim ülke daha demokratik, daha özgürlükçü, daha çok sesli; dolayısıyla da daha güçlü olacak. Bu ülke normalleşene kadar biz daha çok gelişmeye şahit olacak ve kimi zaman 'inanılır gibi değil' deyip yapılan yanlışlar karşısında hayıflanacağız. Bu hayıflanma bir çözülüşün ve umutsuzluğun homurtusu değil; daha güzel ve yaşanabilir bir ülke özleminin sesidir.
PKK'NIN SÜRECİ BALTALAMA GAYRETİ
PKK adlı
örgüt ta kurdurulduğu andan itibaren Kürtlerin yaşadığı sorunları suistimal etmiştir. İnsanların anadilini yasaklayarak halkı örgüte doğru itenler de bu vahşi örgütün ekmeğine yağ sürmüştür. Neyse ki aklıselim zaman içinde devreye girmiş, her vatandaşımızın birinci
sınıf insan olması adına güzel adımlar atılmıştır. Her atılan demokratik adım Kürtleri kullanmayı âdet haline getirmiş örgütü zayıflatmakta. O yüzden de 'çözüm'den korkmaktalar. O yüzden anlamsız
sokak eylemleriyle süreci berhava edecek yollar aramaktalar. Eylemlerine bakar mısınız? Belediye otobüslerine
molotofkokteyli atmak, ısrarla güvenlik güçlerine ve karakollara saldırmak,
İzmir,
İstanbul,
Mersin gibi yerlerde sokak eylemleri yaparak, halkı
tahrik edip onları karşı eyleme zorlamak...
Ne zaman yapıyorlar bunca şenaati? DTP davasının
Anayasa Mahkemesi'nde karar noktasına geldiği bugünlerde. Sanki 'DTP'yi kapatın' diye feryat ediyor, yalvarıyor PKK. Maalesef DTP içinde ya akıllı/duyarlı politikacı kalmamış; ya da örgüt korkusu basiretlerini bağlamış.
DTP'nin kapatılması Türk
siyasetine zarar verecektir kuşkusuz. Örgüt, mağdurları oynamak için can atıyor o yüzden. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Ya da! PKK Kürtlerin önemli bir kısmını temsil eden DTP'nin kapatılmasını emretmiş. Peki neye yarayacak bu? Açılım sırasında atılan adımlar meyvesini verirse örgüt çökecek de ondan. Dağdan iniş, örgütün çöküşüdür. Silahlara
veda militanlara verilen cezadır. O yüzden her türlü provokasyona hazır olmak gerekiyor. Çünkü PKK eriyor. Komşu ülkelerden
lojistik destek alamadığı gibi, Batı ülkelerinden de siyasi destek bulamıyor. Tek seçeneği var, şiddetin koynunda karşı şiddeti doğurmak. Kürtlere tanınan haklar? Örgütün umurunda değil ki zaten!
ASİMETRİK SAVAŞ MI DEDİNİZ?
Hafta içinde Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplandı. Âdet olduğu üzere görüşme sonrasında bir açıklama yapıldı. Orada deniyor ki: 'Son dönemde Türk Silahlı
Kuvvetleri'ne karşı yürütülen asimetrik
psikolojik harekât konusunda bilgi verilmiş...' Toplantıya
başkanlık ettiğine göre Sayın
Başbakan'a bilgi verilmiş olmalı. Bu asimetrik psikolojik harekât meselesi
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ tarafından da sık sık söyleniyor. Şayet böyle bir durum varsa üzücü. Zira hiçbir insanın vicdanı ordusunun yıpratılmasına müsaade edemez.
ANCAK!
Genelkurmay Başkanlığı bir konuda halka güvence vermek zorunda. Gerçekten bu ordu içinde
darbe planlayanlar, halka tuzak kurmak isteyenler var mı? Yoksa, bu belgelerin anlamı ne? AKP'yi ve Gülen'i Bitirme Eylem Planı'nın altında bir albayın
imzası ne arıyor? O belgeye kâğıt parçası diyen Başbuğ, o kâğıdın orijinali ortaya çıkınca ve o ıslak imzanın kendi emrindeki subaya ait olduğu anlaşılınca neden işlem yapmadı?
Kafes Eylem Planı'ndaki o korkunç tuzaklarla çocukların ölümü, gayrimüslim vatandaşlarımızın öldürülmesi nasıl bir mantıkla planlanabilir ve o plana nasıl olur da bir
yarbay imza atar?
Adli Tıp
raporları belgelerin gerçek, imzaların orijinal olduğunu rapor ediyor. Neden Genelkurmay
katsayı ile uğraşır da kendi işine bakmaz? Niçin İsrail'e
sipariş edilen ve 28
Şubat sürecinden beri kayıplara karışan tankların peşine düşülmez de hiçbir suça karışmamış,
vergisini ödeyen, vatandaşlık görevinde kusur yapmayan insanlar için inanılmaz tuzaklar kurulur?
Yani, ortada hiçbir şey yok da basın mı uyduruyor? Haydi basın uyduruyor, asimetrik savaşın aracı haline geliyor diyelim; peki nedir bu belgeler, bilgiler, planlar, imzalar,
delil karartmak için yapılan hileler hurdalar? Her şey bir yana bir dönem kuvvet komutanlığı yapmış kişiler neden savcılığa ifade veriyor? Ortada bir şey yok da günlükler neyi anlatıyor? Genelkurmay başkanı neden bir dönem sefertasıyla yemek yemeye mecbur kalmıştı acaba? Cuntaları temizlemek gibi tarihî bir görev varken muğlak ve gizemli kavramlara sarılmak belki günü kurtarır; ancak yarınlar için sorunu çözmez. Topu sonsuza kadar taçta tutmak mümkün değil çünkü...
WAN TOPLANTISI VE SEVİYE ÖLÇÜMÜ
Hindistan'da bir toplantı yapıldı. Kısa adı
WAN-IFRA ve WEF olan uluslararası basın birlikleri bu seferki toplantısında
Türkiye'yi eleştiren bir rapor da yayınladı.
Doğan Grubu'na verilen
vergi cezası ile ilgili
tartışma ilk defa bu toplantıya taşınmış oldu. Bu kararda birliğe kayıtlı hatta orada görevli Doğan yöneticilerinin payı var mı; bilemiyorum. Ancak toplantıya katılan sadece Doğan yöneticileri değildi. Sabah'tan, Star'dan ve Zaman'dan da katılımcılar vardı; çünkü bu gruplar da WAN ve WEF'e üyeydi. Doğan dışındaki katılımcılar raporun objektif olmadığını; Türkiye ile ilgili bir rapor yayınlanacaksa kendilerinin de dinlenmesi gerektiği söylediler. Haksız da sayılmazlar. Madem ciddi bir örgütsün, madem
hakem gibi davranıp bir rapor hazırlıyor ve dünya kamuoyuna duyuruyorsun; herkesin görüşünü al, sonra rapor yaz..
Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu öyle yapıyor mesela...
Doğan dışındaki gruplar
itiraz edince kaleminden
zehir damlayan birileri inanılmaz bir hırçınlıkla yazılar yazdı. Yaşlı başlı adamlar. Tecrübesiyle örnek olması gereken soğukkanlı kalmaya mecbur insanlar. Gel gör ki nezaket kurallarına riayet etmemeyi maharet sanıyorlar. Meslektaşlarına 'donsuz şövalye ', 'Fazilet mücahitleri' gibi laflar söylemek yakışıyor mu yaşını başını almış zevata?
Doğan Grubu maalesef bir hatada hâlâ ısrar ediyor. 'Ben ne dersem o; başkası arkamdan gelir yahut susar' şeklinde özetleyebileceğim bir
imaj veriyorlar. Bu da meslektaşlarını kırıyor, üzüyor, karşı tarafa itiyor. Bir rapor yazılacaksa keşke ortak bir görüş oluşturulsaydı. Ve keşke saçlarına kar yağmış insanların ağzı bu kadar bozuk olmasaydı. Üslup o kadar bozuk ki bazen hızını alamıyor AB
raportörü Ria Oomen Ruijten'i bile tokatlamaya kalkıyor. Oysa WAN raportörü mü bilir Türkiye'yi, AB raportörü mü?
ERGENEKON'UN YURTDIŞI AÇILIMI
Son zamanlarda Türkiye'yi yurtdışında jurnalleme işi hız kazanıyor. Yakın siyaset tarihimizi bilenler için bu çok da şaşırtıcı bir durum değil aslında. Yabancı basına yanlı ve yanlış bilgi verilir, orada çıkarılan yazılar burada büyük haber yapılırdı hep. Bu seferki tartışma
Ergenekon Örgütü'nü aklama paklama çalışmasına dönüşmesi. Ne derin bir örgütmüş meğer. Ne kadar çok savunucusu varmış. Silahlar, bombalar, suikastlar, cephanelikler... Buna rağmen Ergenekon'u bir düşünce kulübüymüş gibi dünyaya takdim etmek için çok mahir olmak gerekiyor. Üstelik Ergenekon'un sahte bir ulusalcılık havası içinde
Amerika düşmanlığını körüklemesine rağmen...
Önce Arı Grubu bir zemin hazırladı ve Washington'da Jenkins'i konuşturdu. Adam, sıkı Ergenekon destekçisi. Ardından
Rıza Türmen sahne aldı ve Wilson Center'da Amerikalıları ikna turuna katkı sağladı. Daha sonra çokseslilikten bir hayli uzak bir toplantı daha yapıldı. Konuşmacılar arasında (toplantıya son dakikada dahil edilen)
İhsan Dağı da olmasa sanırsınız Ergenekon adlı davada hiçbir delil yok ve her şey birkaç
telefon dinlemesinden oluşmakta. Peki gerçek bu mu? Tabii ki hayır. Ancak
Amerikan Kongresi'nde şaşaalı şaşaalı konuşan insanların çizdiği gerçek dışı resmi kim fark edebilir ki?
Mesele sadece yurtdışında Ergenekon'un yanlış anlatılması değil. Bu sıralar Türkiye ile ilgili yanlış imaja dayalı propagandalar çok
seri şekilde yapılıyor. Türkiye Batı'dan kopuyor mu, İslamlaşıyor mu, İsrail'e sırtını dönüyor mu gibi sorular maksatlı ve güdümlü üretimler. Başbakan Erdoğan'ın Amerika ziyaretine denk gelmesi ise planın başka bir parçası. Bir yandan ulusalcılık yapmak, Amerikan düşmanlığına soyunmak, bütün bunları yaparken de silaha başvurmak zor. Daha zoru ise hem bunları yapıp hem de Amerika cephesinde dost ve müttefik bulabilmek olsa gerek...