Sevgili okuyucular, bu haftayı
terörist bozuntularının ve istismar ettikleri çocukların İstanbul’da ve Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde yaptıkları eylemlerle geçirdik.
Çocukları, ellerine
molotof kokteylleri, taşlar, sopalar tutuşturup önüne alacaksın;
teröristbaşının çirkin yüzlü posterini ve hiç sıkılmadan
bayrak dediğin paçavraları taşıyarak çocukların ardına sığınacaksın; esnafın dükkânını, arabaları yakıp devletin polisine saldıracaksın... Sonra da
sokak aralarına dağılıp kaçacaksın. Oh, ne âlâ memleket!...
‘Demokrasi açılımı’ndan, barıştan ve kardeşlikten bahsederek pervasızca
terör eylemi yapmak, ancak
PKK/DTP’lilere mahsus bir garabet... Köpeksiz köyün çomarı olmak herhalde böyle bir şeydir.
Bebek katilinin yeri daraltılmış
Dostlar, Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, bu memlekette taşları bağlamışlar, köpekleri salıvermişler...
Düşünüyorum da kahroluyorum. 28
Şubat Dönemi’nde Kayseri’de yapılan bir
insan hakları mitinginde konuşup bu mazlum milletin demokratik haklarını savunduğum için siyasallaştırılmış yargı tarafından, DGM kararıyla 1 yıl ağır hapse mahkûm olmuş ve cezamı(!) Ayaş Kapalı
Cezaevi’nde çekmiştim. Hapishaneye girerken zamanın
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’e, Mülkiye’den arkadaşlarım DSP milletvekilleri ve bakanları İstemihan Talay ve Uluç Gürkan ile
Hüsamettin Özkan’ın nasıl ısrar ettiklerini ve zor belâ 10 m2’lik bir koğuşun bana nasıl tahsis edildiğini acı bir hâtıra olarak yâd ediyorum.
Hücremde bazen
isyan eder, yıllarca tek gün izin yapmadan sabahlara kadar çalışarak hayatımı millete ve devlete vakfetmenin karşılığı bu mu olmalıydı diye üzülürdüm. Daha sonra, suçum olmadığı halde hapishanede yatarak da olsa, bana milletime
hizmet fırsatı verdiği için Allahıma şükrederdim... Hapishanenin asırlık 60 cm.lik taş duvarlarından çıkıp kitaplarımın arasında gezen farelerle dost olur; sobanın geçici sıcaklığında battaniyelere sarınıp titreyerek uyumaya çalışırdım.
Şu kepazeliğe bir bakar mısınız? Ellerinde 40 bin kişinin kanı olan bir kâtil, bir câni, bir terörist şimdi kalkmış da devletin verdiği cezaevi koğuşunu beğenmiyor... Neymiş efendim? Kendisi için Avrupa’nın en lüks cezaevleri örnek alınarak özel şekilde inşaa edilmiş yeni koğuşu 12 m2 imiş ve önceki koğuşuna göre 7,5 cm2, yani bir kibrit kutusu kadarcık daha küçükmüş... Bütün bu terör eylemlerinin sebebi buymuş...
Bundan çıkaracağımız sonuç şudur: PKK/DTP, Abdullah Öcalan’ın çiftliğidir. Çiftlik ağasının rahatı ve çıkarları herşeyden önce gelir. ‘
Kürt halkının çıkarları’ sloganı ise kocaman bir palavradan ibarettir. Apo cânisinin koğuşunu
mafya babaları gibi düzenleyin; kebabını baklavasını
ihmal etmeyin, hele bir de cinsel ihtiyaçlarını karşılarsanız ‘Kürt Sorunu’nu(!) kökünden çözersiniz vesselâm...
Eczacıları
mağdur etmeyelim
Efendim, eczacıların
kepenk kapama ve anahtar bırakma eylemlerini içim ezilerek takip ediyorum. Günlük hayatımızın bir parçası olan eczaneleri kapattırmadan ve değerli eczacılarımızı üzmeden meselelerin halledilmesini diliyorum.
Eczacılık, dünyanın en eski mesleklerinden biridir. Bizim nesilden olanlar, ilâçlarının bir kısmını bizzat imâl eden,
iğne vuran, pansuman yapan, âdeta yarım doktor gibi çalışan tonton eczacı amcaları hatırlarlar. Gittikçe hanımların da iltifat ettiği bu meslek son dönemde biraz sulandırılmış,
kozmetik ürünlere,
hattâ
oyuncak satışına bile girişmiştir. Lâkin 24 bin eczanenin
toplum bakımından önemi inkâr edilemez.
AK Parti İktidarı döneminde, sağlık ve sosyal güvenlik alanında reform niteliğindeki çok önemli gelişmelere
imza atıldığı bir gerçektir. Bu arada, vatandaşların değişik kurumlardan ilâç teminindeki güçlüklere de son verilmiş ve ihtiyaç sahipleri eczanelere yönlendirilmiştir. Bunun sonucunda eczanelerin cirosu yükselmiştir. Ancak,
Sağlık Bakanlığı’nın aceleyle deneme-yanılma metodu kullanarak uygulamaları sık sık değiştirmesi ve
Maliye Bakanlığı’nın yoğun formalitelerle denetim uygulaması, eczacıları zaman zaman zora sokmuştur. Bu arada kurum alacaklarını vaktinde tahsil edemeyen eczacılar bazen iflâsın eşiğine gelmişlerdir.
Son olarak, ilâç
fiyatlarında meydana gelen yüzde 20-70 arasındaki düşüşler, elbette vatandaşın yararınadır. Ancak, masrafları sabit kalan eczanelerde toplam cironun düşmesi kârı çok azaltmış; bazı hâllerde de zararlar ortaya çıkmıştır.
Sağlık Uygulaması Tebliği ile İlâç Fiyat Kararnamesi’nin eczacıların makûl taleplerinin dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu cümleden olarak, ‘
stok zararları’nın karşılanacak olması müspet bir gelişmedir. Ayrıca, muayene ücretlerinin tahsildarlığı ve ‘
Kamu Kurum İskontosu’nun uygulanması eczaneler üzerinden yapılmamalıdır. Diğer taraftan,
tedavi giderlerinde büyük artışlara sebep olan etik dışı uygulamalar da denetlenmelidir.
***
Başbakanlık Müsteşarlığı esnâsında dürüst ve başarılı icraatıyla göz dolduran Sosyal
Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Ömer Dinçer’in, kısa zamanda eczacıların meselelerini çözümleyeceğine inanıyorum.