Ankara’dan Washington’a
cumhurbaşkanı, başbakan düzeyinde yapılan ziyaretleri 1970’lerin sonundan itibaren yakından izledim. Bir çoğuna gazeteci olarak katıldım.
Bu ziyaretlerin ilginç ortak yanları vardır.
İlki şudur:
Bu ziyaretler hep ‘başarılı’ geçer.
Başarısız olanı anımsamıyorum. İki taraf da, liderlerin
Beyaz Saray buluşmalarını, şöyle ya da böyle, bir ‘başarı öyküsü’ olarak ilan ederler kamuoyuna.
Bu genellikle değişmez.
Başbakan Erdoğan’ın
pazartesi günü Başkan Obama’yla yapacağı görüşmeyle de değişeceğini sanmıyorum. İki ülkenin ortak çıkarları, böyle bir ziyaretin başarısız geçmesine engeldir.
Yine bu ziyaretlerin değişmeyen bir yanı daha vardır. Ziyaret öncesinde özellikle
Amerikan tarafının
Türkiye’den beklentileri basına sızmaya, sızdırılmaya başlanır.
Duruma göre bu beklentiler, Ankara üzerinde yoğun
baskı yaratmaya da dönük olur. “Ankara, Washington’un şu şu taleplerini görmezlikten gelirse,
Amerikan yönetimi fena yapar!” diye
tarif edilebilir bu hava...
Washington’da Türkiye’ye karşı böyle bir havanın oluşturulmasına bazen malum lobiler de katılır.
Yahudi lobisi,
Ermeni lobisi, Rum lobisi...
Bu kez de farklı değil.
Erdoğan’ın ziyareti öncesinde bu defa
İsrail ve Yahudi lobisi, “Türkiye yüzünü Batı’dan Doğu’ya dönüyor, eksen değiştiriyor!” diye özetlenebilecek baskı dalgasının kabartılmasında önemli rol üstlendiler.
Bu durum, öyle anlaşılıyor ki, Washington’un da işine geldi.
Başkan Obama yönetimi, özellikle
Afganistan,
İran,
Filistin-İsrail gibi konularda Türkiye’yi biraz daha kendi yanına çekmek istediği için perde arkasından Erdoğan’a yönelik böyle bir baskı
kampanyasını özendirmiş olabilir.
Bunlar şaşırtıcı değil.
Uluslararası diplomasinin, siyasetin doğasında olan şeyler...
Ancak, Türkiye’yi baskı altına almak isteyen böyle bir kampanyada, Yahudi lobisiyle İsrail’deki bazı
iktidar odakları ve onların Amerikan basınındaki uzantıları kantarın topuzunu kaçırdılar.
Ne yazık ki öyle.
Örneğin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon
Peres, Türk ordusunun ‘
darbeci geleneği’ni övebildi. Türk dış politikasındaki yönelişler, Erdoğan hükümetinin ‘gizli ve de İslamcı
gündemi’nin bir ürünü olarak lanse edildi.
Eski deyişle:
Gayriciddi bir kampanya!
İnandırıcı olmaktan uzak...
Tayyip Erdoğan’la partisi yedi yıldır iktidarda. Tek parti hükümeti olarak yedi yıldır yaptıkları ortadayken, daha hâlâ ‘gizli gündem’ şarkısı söylemek olmuyor.
Evet, Başbakan Erdoğan’ın dış politikayla ilgili bazı söylem ve üslup sorunları var. Diplomaside, dış politikanın yürütülmesinde bazen öz kadar önem taşır üslup meselesi...
Özellikle İran’la, İsrail’le ilgili olarak arada bir nükseden bu meseleden dolayı Erdoğan bu köşede de bir çok kez eleştirildi.
Ama bundan hareket ederek, Türkiye’nin sırtını Batı’ya dönmeye başladığını öne sürmek ya da bu savrulmanın Erdoğan’da saklı bir ‘gizli gündem ürünü’ olduğunu iddia etmek, demin de belirttiğim gibi, inandırıcı olmaktan uzaktır, gerçeğin sınırlarını fena halde zorlamaktır.
Gerçeği eğip bükmek yerine, rahmetli meslek büyüğüm Metin Toker’in deyişiyle, ‘makulü normalde aramak’ta yarar var.
Öyle sanıyorum ki, Başbakan Erdoğan’la Başkan Obama‘nın pazartesi günkü Beyaz Saray buluşması da böyle bir çerçevenin içinde yer alacak.
Türkiye’yle Amerika’nın bazı konularda, örneğin Afganistan’da, İran’da farklı bakış açıları vardır.
Ancak iki ülkenin ortak çıkarları, anlaşmazlık noktalarını aşabilecek ve bardağın dolu tarafını görebilecek kadar ağır basıyor, derine ve eskiye gidiyor.
Bunu anlayabilmek için dünya haritasına şöyle bir göz atmak dahi yeterlidir. Türkiye, “Amerika’nın sorunlar coğrafyası”nın çok kritik bir yerindedir.
Bu yüzden, yer yuvarlağının bu noktasında demokrasisiyle, ekonomisiyle güçlü ve istikrarlı bir Türkiye‘yi yanında görmek ister Amerika...
Ama bunun tersi de Türkiye için geçerlidir.
İki ülkenin birlikte yapacakları daha çok iş var. Türk-Amerikan ilişkileri öyle kolay kolay rayından çıkmaz diye düşünüyorum.