Dinleme ve ses kaydı
tartışmaları,
Ergenekon Davası'yla birlikte
Türkiye gündeminin ayrılmaz parçası haline geldi. Konuşuldukça kafalar karışıyor, körlerin fil tarifine benzer tezler havada uçuşuyor. Önce kavramları
yerli yerine oturtmak ve basın özgürlüğünün sınırlarını çizmek gerekiyor.
Mahkeme kararıyla yapılan dinlemelerin yayını konusunda görüş çatallaşması başlıyor. İddianame kabul edilip aleniyet kazandıktan sonra, ayrıca
gizlilik kararı yoksa ihlal söz konusu olmaz. Ama internetteki
iddianameden alıntı yapan Şamil
Tayyar mahkûm oldu. Hukuken izahı zor bir karar. Legal dinlemelerle ilgili diğer tartışma konusu, suç unsuru içermeyen kısımların
imha edilip edilmeyeceği. Düz mantık imhadan yana, ancak hukuk ve
uygulama, imhanın mahzurlarını ortaya koyuyor. Savcılar, aleyhte
deliller kadar lehte olanları da toplamakla yükümlüler. Sadece aleyhte olan kısımları alıp kalanını imha ettiklerinde görevlerini ihmalle suçlanabilirler. Bağlamından koparılmış kayıtlar, haksız suçlamalara yol açabilir. Bunun tersi de mümkün. Kötü niyetli
sanık, "konuşmanın tamamına bakılabilse benim bunu kastetmediğim görülebilirdi" şeklinde kendini savunabilir. Ve elinizde kayıtların tamamı yoksa aksini ispat edemezsiniz.
Gelelim il
legal dinlemelere... Hem haberleşmenin gizliliğini ihlal hem de ortam dinlemesine dönük cezai
yaptırımlar Türk
Ceza Kanunu'nda mevcut.
Başbakan Yardımcısı
Cemil Çiçek, bu maddelerdeki cezaların artırılacağını açıkladı. Buraya kadar her şey normal görünüyor. Ancak TCK'nın 285. maddesine de aynı nazarla yaklaşmak yanlış. Bugüne kadar illegal kayıttan hiç kimse yakalanıp cezalandırılamadı, fakat binlerce '
soruşturmanın gizliliğini ihlal' davası açıldı.
Basın özgürlüğünü kısıtlayan maddenin cezası artırılarak ertelenme ve paraya çevrilme sınırı dışına taşınıyor. Gazetecilere 'caydırıcı' olacağı muhakkak bir
düzenleme!
Problem şurada: Soruşturmanın gizliliği çok muğlâk ve her yöne çekilebiliyor. Tetiğe basıldığından iddianame tamamlanıp
mahkemece onaylanacağı ana kadar soruşturma evresi devam ediyor. "Başbakan Turgut Özal'a suikast girişimi yapıldı. Şüpheli
Kartal Demirağ, silahıyla birlikte yaralı olarak ele geçirildi." cümlesi, pekâlâ soruşturmanın gizliliğini ihlal kapsamına sokulabilir.
Hâkim ve savcılar böyle uygulamıyorsa tamamen iyi niyetlerinden. Son zamanlarda
Bakırköy eski basın savcısı Ali Çakır'ın performansı sayesinde uygulama, muhabirlerin aleyhine değişti.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, ortam dinlemelerde savcıların resen harekete geçeceğini söyledi. Bakan'ın sözlerinden aslında kendisinin bu konuda çok mutmain olmadığı anlaşılıyor. Zira resmiyete ve aleniyete taşınma, mağduriyeti katlayabilir. Tartışmaları tetikleyen Ergenekon kapsamındaki dinlemelerde müşteki olunmaması manidardı. Dinlenen kişi kayıtları ve içeriğini kabul etmiş olacaktı. Gayri meşru yollardan elde edildiği için delil niteliği taşımayacaktı; ancak tartışmanın uzamasını ve kamuoyu vicdanında mahkûm olmayı istemediler. Başbakan Erdoğan, bu düzenlemeye nasıl ikna edildi, bilmiyorum. Tahminim
kapatma davası sopası etkili olmuştur. Hâlbuki
kapatma davası açmak için ne tür deliller kullanıldığı birinci davada görülmüştü. Bu girişimin onu önleyici etkisi olacağı inandırıcı değil. Başbakan'ın muhatap olduğu dinleme, ikna adına kullanıldı ise o da boş. Şüphelileri zaten Ergenekon kapsamında ağır cezada yargılanıyor.
Başlıktaki soruya geri dönelim: Özden Örnek'in günlükleri ses ve görüntü kaydı şeklinde gazetecilere ulaşsaydı ne olurdu? Metinlerin yayınlanmasına büyük gazetecilik muamelesi yaparken, kayıtları yayınlayanları kodese mi göndereceğiz?
Gazetecilik, bürokrasinin basın bültenlerini yayınlama aracı olabilir mi? Watergate, İLKSAN vurgunu,
İSKİ skandalı, Türk askerine çuval haberleri, basın bildirisi olarak mı muhabirlere ulaştı? Mehmet
Baransu, hak ederek Sedat Simavi haber ödülüne layık görülmüş. O da süren soruşturmayla ilgili bir haber değil miydi? Birileri acaba yine Başbakan'ı yanıltmaya mı çalışıyor?