İhsan Sabri Çağlayangil,
Türkiye Cumhuriyeti’nin tanınmış valileri ve
Demirel döneminin başarılı dışişleri bakanları arasında yer alır. 1937-1938
Dersim’ini bilir, o yılların
Malatya Emniyet Müdürü’dür.
Şöyle anlatır:
“Mağaralara iltica etmişlerdi.
Ordu zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içinden... Bunları fare gibi zehirledi. Ve 7’den 70’e Dersim
Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekat oldu.”
Muhsin Batur,
Orgeneral.
Türkiye Cumhuriyeti’nin askerlik mesleğinde iz bırakmış
Hava Kuvvetleri komutanlarından biridir. Anılarında Dersim’den şöyle söz eder:
“Okuyucularımdan özür diliyorum, yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.”
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı 1972 yılında bir kitap yayınlar. Sonradan toplatılan bu kitabın 491. sayfasında, “1937 yılında yapılan
Tunceli tenkil harekatına dair
Bakanlar Kurulu kararı” yer alır.
4
Mayıs 1937 tarihli ‘gayet gizlidir’ başlıklı bu kararda şu satırlar vardır:
“Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar, 4.5.1937 tarihinde Atatürk’ün ve Mareşal’in huzurları ile tedkik ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır.(...)
Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe,
isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki
silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır. Aslı gibidir. İmza.”
Yavuz Semerci, gazeteci.
“Tek odaya tıkılan 100 kişinin üstüne kurşun yağdı, oradan sağ kurtulan üç kişiden biri benim babamdı” diyerek Dersim’in acılarını anlatır bu yakınlarda,(İclâl Aydın’ın röportajı,
Vatan, 21.11.09)
Şu sözler de meslektaşım
Yavuz Semerci’nindir:
“Ne yapalım şimdi? Üstünde kurşun izleri duran konağı görmeyelim mi? Yaşayanların anlattıklarını duymayalım mı? Babamı, amcamı, bu hikayeyi görüyorum. Gözlerimi mi kapayayım? Bu bir insan hikayesidir. Yaşanmıştır.
Film senaryosu değildir. İzini takip etmek kolaydır. Yaşanmış bu hikayeleri anlatmamış olmamız yeterince kötüydü bence. Anlatsaydık, bu noktalara gelmeyecektik belki. Belki birbirimizi daha iyi anlayacaktık.”
Yavuz’un son iki cümlesinin altını özellikle çiziyorum:
“Yaşanmış bu hikayeleri anlatsaydık, belki bu noktalara gelmeyecektik. Belki birbirimizi daha iyi anlayacaktık.”
Püf noktası burasıdır.
Anlatmak, acıları anlamak...
Acılara saygı göstermek...
Acıları paylaşmak...
Kimileri böyle yapmak yerine, bunca yıl sonra daha hâlâ tarihimizde yaşanmış acıları mazur göstermek istiyorlar. Daha hâlâ tarihimizin kepaze sayfalarını, katliamları, kıyımları mazur göstermek istiyorlar.
Bir başka deyişle:
Kulp takmak istiyorlar,kulp!
Bu nafile bir çabadır.
Ahmaklıktır.
Tarihten kaçılmaz çünkü... Dersim olayındaki gibi bir yerden enseleniriz tarihe...
Ama korkmayın bundan.
Tarihin acılarını öğrendikçe, paylaştıkça, barış ve huzurun kapıları önümüzde daha fazla açılır. Kişi olarak,
toplum olarak daha çok olgunlaşırız çünkü...
Yavuz Semerci’nin dediği gibi:
“Anlatsaydık, belki bu noktalara gelmeyecektik, birbirimizi daha iyi anlayacaktık.”
Şunu da unutmayın:
Tarihimizin kepaze sayfalarına, Dersim’deki gibi ‘tenkil harekâtları’na kulp takmaya kalkışmak da eski deyişle ‘suça iştirak’ten başka bir şey değildir.
Çözüm yolu gelince...
Dersim’deki tenkil zihniyetini bir
model olarak bugünlere taşımak değildir çözüm yolu. Tam tersine Kürt sorununda,
Alevi sorununda,
Ermeni sorununda olduğu gibi ‘demokratik açılım’lardır.