Ölümü üzerinde tartışmalar devam eden
emekli Albay Belgütay Varımlı’ya dair önceki gün köşeme taşıdığım notların bazı yayın organlarında çarpıtılarak kullanıldığını gözlemledim.
Varımlı’nın iddiası, Operasyon
Ergenekon isimli kitabımda “
Sarıkız’ın Mektubu” başlığı altında yer alan ve 2003 yılındaki
darbe senaryosunu deşifre eden mektupla ilgilidir. Bu ifade, son dönemde Ergenekon savcılarına gönderilen ihbar mektuplarıyla ilgili değildir.
Yani,
Kafes Eylem Planı,
İnternet Andıcı gibi belgelerin yer aldığı ihbar mektuplarının sahibi “meçhul
subay” değildir. İddiasına göre, Sarıkız Mektubu’nun sahibidir.
Bu ayrıntı, önemlidir. Dikkat çekmek istediğim bir başka ayrıntı, kritik görevlerde bulunan veya çok özel bilgilere sahip bazı
deniz subaylarının art arda
şüpheli ölümleridir.
Hep söylüyorum, yine yazacağım, zihinleri bulandıran sorulara makul cevaplar vermezseniz, kayıtlara “
intihar” olarak geçseniz bile şüpheleri kaldıramazsınız.
Size çok çarpıcı bir örnek:
Karamürsel Eğitim Merkezi Komutanlığı Personel Şubesi’nde görevli Deniz
Yüzbaşı Olgun Ural, 24
Mart 2009 günü lojmanlarda ölü olarak bulundu.
Albay Belgütay Varımlı hadisesindeki gibi bu ölüm resmi kayıtlara “intihar” olarak geçti. Ölümünden kısa süre önce, hakkında, Ergenekon yapılanmasına ait listelerin soruşturmayı yürüten savcılar tarafından ele geçirilmesinde ihmali veya kastı olduğu iddiaları gündeme gelmişti.
Yani, savcılara, gizli belgeleri
servis ettiğinden şüphe ediliyordu. Ölümü, bu iddiayı ortada bıraktı. Çevresindeki yaygın kanaate göre, Deniz
Kuvvetleri’ndeki Ergenekon yapılanmasına dair önemli bilgilere sahipti. Üstelik, 1. Ergenekon İddianamesi’nin 45. klasöründe ismi geçiyordu.
İddiaya göre; Ergenekon’un komutanlıktaki yapılanmasında Dz.Yb. A.T ve Dz.Bnb Ü.K. ile birlikte hareket ediyordu. Bazı bilgilerin internet ortamına düşmesinden sonra çalışma arkadaşlarıyla aralarının açıldığı konuşuluyordu.
İntihardan bir gün önce yaşananlar da ilginçti. Ural, bir arkadaşıyla evden ayrılıyor, döndükten sonra gece boyunca hiç uyumuyor, sabah uyanır uyanmaz daha önce hiç yapmadığı halde ilk iş olarak üniformasını giyiyor, büyük kızı okula gittikten sonra
küçük kızı ve eşi evdeyken
yatak odasında intihar ediyor.
Başucundaki mektupta şu ifadeler var: “Bulmacanın parçaları beni gösteriyor ama ben değilim, bana inanın, Ü.K. (mektupta açık yazılı) bana inan. Sevgilim çocuklarımıza iyi bak.”
Bir başka örnek: Eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil
davasına
bakan askeri hakim ve emekli Dz.Yb. Tanju
Ünal da intihar eden komutanlardan biridir. Emekli olmadan önce
Güney Deniz Saha Komutanlığı’nda adli
müşavir olarak çalışıyordu.
Ünal’ın Erdil davası dışında
Hizbullah terör örgütü,
Batı Çalışma Grubu ve Ergenekon yapılanmasına dair çok özel bilgilere sahip olduğu biliniyordu.
Devam edelim: 2
Mayıs 2007 günü
Ankara yakınlarında
trafik kazasında ölen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu’nun emir subayı emekli Deniz Albay Birol Atakan’ın ölümü üzerindeki sır perdesi de henüz kalkmadı.
Yasa dışı örgütlenmelerle ilgili olarak uzman olduğu belirtilen Atakan’ın 2003-2004 tarihlerindeki darbe senaryoları ve Ergenekon süreci hakkında özel bilgilere sahip olduğu konuşuluyor.
Yener Karahanoğlu’ndan önce de Özden Örnek’le Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda birlikte çalışan Albay Atakan’ın darbe günlüklerinin internete sızmasında ihmali ve kasti olabileceği kuşkusu, askeri çevrelerde sıkça dile getirilen iddialardan biriydi. Kuvvet komutanlarıyla birlikte çalıştığı için
terfi ve atamalarda etkiliydi.
11
Kasım 2007 tarihinde intihar ettiği açıklanan Deniz Tabip Yarbay Nursal Gedik, biyokimya laboratuarında görevliydi. Son görev yeri
Kasımpaşa Askeri Hastane’ydi.
İstihbarat raporlarına göre, Gedik, uyuşturucu ve kadın ticareti konularında çok özel bilgilere ulaşmıştı.
Garip değil mi? Yoksa, “intihar”, pusunun diğer adı mı?
Tahammülsüzlere haddini bildirin
Sert dalgaların kayalıkları dövmesi gibi demokratik
açılım projesinin
AK Parti oyları üzerindeki negatif etkisi, eş zamanlı olarak
Yargıtay Başsavcılığı’nın
kapatma davası için inceleme başlatacağı iddiası,
iktidarda “ayar” sorunu yarattı.
7 yıllık iktidar döneminde siyasi stratejisini “diklenmeden dik durmak” şeklinde formüle eden ve bu şekilde milletin artan teveccühüne mazhar olan
Başbakan Erdoğan ise karar aşamasında.
İlker Başbuğ görüşmesi sonrası yapılan
Başbakanlık açıklaması veya
Kızılcahamam’daki “kafes” çıkışı arasında
tercih yapmak zorunda.
Çünkü: aynı merkezden ayrılsa da bu iki yol, aynı kapıya çıkmıyor.
AK Parti,
kapatma davasının açıldığı 14 Mart 2008 arifesinde de benzer bir ruh hali içindeydi. Dava şokuyla kendine geldi, toparlanıp muharebeyi kazandı.
O tarihte karanlık odaklarla kafeste buluşmayı salık veren ve kaybeden iktidar partisi içindeki unsurlar, puslu havada yeniden hortladı.
Üzülerek belirtmek gerekir, “ürkekliği” geçer akçe olarak pazarlamada mesafe almışa benziyorlar. Başbakanlık açıklaması ve Türk
Ceza Kanunu’nda ceza artırımı yoluyla yapay çözüm üretme girişimi, o ruh halinin iz düşümüdür.
Erdoğan Kızılcahamam’da, “Türkiye’yi kimse kafese hapsedemeyecek” deyip nefes aldırsa da bu gel git hali, hayli yorucu ve hırpalayıcıdır.
Devletin karanlık koridorlarında açılan iktidar kapılarının “geçici” olduğu ve millete yaslanmadan ayakta kalınamayacağı gerçeğini en iyi bilen lider olarak Erdoğan’ın topluma daha güçlü mesajlar vermesi, elzemdir.
Hele, Ankara
Milletvekili Zeynep Dağı’nın Kızılcahamam Kampı’nda söylediği gibi AK Parti içindeki
Onur Öymen’lere asla geçit verilmemelidir.
Varlık nedeninize karşı gruplar veya şahıslarla uzlaşamazsınız. Kaldı ki,
demokrasi uzlaşma rejimi değil, tahammül rejimidir. Size tahammülleri yok...
Tahammülsüzlere sadece haddini bildirirsiniz. Yoksa ne hükümet kalır ne de
Çankaya...