Yazılarını, kitaplarını okumuştum ama Ömer Lütfi
Mete'yi
Başbakan Erdoğan'la çıktığımız bir
gezide gerçek anlamıyla tanıdım.
İçtenliği, samimiyeti dikkat çekiciydi, kendisiyle barışıktı. Yol uzundu, Türklerin ata yurdu Moğolistan'a gidiyorduk.
Namaz konusundaki hassasiyetini yakından gördüm.
Vakit girince koltuğa dizüstü oturdu, çevresiyle ilişkisini tamamen kopardı ve kıbleye yöneldi. Huşu içinde namazı eda ederken ibadetteki derinliğini görmemek mümkün değildi. O sıralar 'The
İmam' filminin
senaryosunu yazıyordu. Gezi boyunca 'Yetiştirmem lazım.' diyerek odasına kapanıyordu.
Filmi izledikten sonra bir imam hatipli olarak aradım, 'Ömer abi eline sağlık, çok güzel olmuş.' dedim. İlginin azlığından yakındı ve 'Keşke imam hatipte okuyanlar izleseydi.' dedi.
Seyahat sırasında fırsat buldukça Deliyürek'i,
Kurtlar Vadisi'ni konuştuk. Bir sahneye çok kızdığını anlattı. 'Benim senaryosunu yazdığım filmlerde kahramanlar
alkol alır ama sonra zararını mutlaka görür. İçkiyi kesinlikle özendirmem...' dedi.
Senaryo yazarlığı yaptığı Deli Yürek dizisinde Yusuf Miroğlu karakterinin kendisinden habersiz
içki masasına oturtulduğunu görünce çok bozulmuş ve derhal jenerikten isminin çıkartılmasını istemiş... 'Bir daha olmayacak' diyerek güçlükle ikna edilebilmiş.
Başbakan her defasında 'Ömer Abi' diye hitap etti. 'Samimiyet hemşerilikten mi geliyor?' diye sorduğumda 'Sadece hemşerilik değil, belli bir hukukumuz da var' dedi. Son zamanlarda hükümetin politikalarını eleştirmesine rağmen Erdoğan'ın sıcak davranmasından memnun olmuştu.
Sinema âleminden konuştuk, isim isim hemen hepsini yakından tanıyordu. Şener Şen'i, Halil Ergün'ü,
Kadir İnanır'ı sordum. Hissediyordum ama doğrusu o parıltılı dünyanın arka yüzünün bu kadar iç karartıcı olduğunu tahmin etmiyordum. '
Polat Alemdar' deyince 'O başka, şeyhimin oğlu.' dedi.
Bir diziye adını veren 'Deli Yürek' belli ki kendisiydi. Senaryosuna katkı yaptığı tüm film ve dizilerde mutlaka bir 'deli yüreğe' rastlanır. Çarpık ilişkilerin, olağan dışı eğilimlerin 'rol
model' olarak başrollere taşındığı sinema sektöründe delikanlılık vurgusu takdire değer.
Ömer Lütfi Mete'yi hafta içinde kaybettik, çoktandır hastaydı, aylar önce geçirdiği
kalp krizinden yatıyordu. Kendine geldiği bir gün
hastane odasında gazeteciye 'Kalp krizi geçirdiğimi söylediklerinde çok şaşırdım. Çünkü ben kendimi bir yalıda dinleniyormuş gibi hissediyordum.' dedi. Bu satırları okuyunca umutlanmıştım, kaldığı yerden tekrar başlar diye bekliyordum...
Ömer Lütfi Mete, Kur'an kursu hocalığı da, edebiyat öğretmenliği de yaptı. Hem iyi bir
şair, hem de romancıydı. Şiirleri Deli Yürek ve Kurtlar Vadisi gibi dizilerin etkisiyle geniş kitlelerin dilinde
şarkı olurken, ödüllü romanlara da
imza attı. 12
Eylül darbesinin ardından
ülkücülerin yaşadığı dramı "Çığlığın Ardı
Çığlık" romanıyla anlattı.
1970'lerden bu yana basının içinde,
matbaa çıraklığıyla başladığı meslek hayatında
köşe yazarı,
yönetici olarak çok sayıda gazetede görev yaptı. Son yazılarından birinin başlığı ise "Nalet olsun şu içimdeki gazetecilik sevgisine" adını taşıyordu. Derin devlet denince akla gelen ilk isimdi.
Yazdığı senaryolar ve kitaplar
derin devlet üzerineydi. Hiç istihbaratçı dostu olmadığını söylerken 'derin'le ilgili bilgilerini "Her türlü suçluyla da düşüp kalkabilirim. Ben gazeteciyim." sözleriyle dile getiriyordu. Ancak ülkede bir "derin devletin varlığına" inanmıyordu. Ona göre olan "Türkiye'de derin devlet değil derin çeteler" vardı.
Gençliğinde ülkücü hareketin içinde yer aldı. İdealistliğini hiç yitirmedi. Bir ara MHP'den
milletvekili adayı oldu. Daha sonra "İyi ki seçilemedim. O dönemde mutlaka
haram ekmek yiyecektik, Cenab-ı Hak bizi korudu." dedi.
Tasavvuf ehlinden olduğunu saklamadı. Bir gazeteye verdiği röportajda "Ben Kadiriyim benim şeyhim Kadiri'dir. Diğer tarikatlar ile de muhabbetlerimiz derindir." dedi.
Türkü olan bir şiiri şöyledir: 'Bu şehir girdap gülüm - Girdapta
mehtap gülüm - Feleğin bir suyu var - Su değil kezzap gülüm - Feleğe dayandım gülüm - Öldüm de uyandım gülüm - Öldüm de uyandım...'.
Ömer abi öldü ama gerçek hayata uyandı...