İnsanlara zor durumda iken vurulmasından hiç hoşlanmam. Son bir haftadan beri
CHP Genel Başkan Yardımcısı
Onur Öymen’in mâruz kaldığı ‘siyasî linç’i de tasvip etmiyorum.
Onur Öymen’in 10 Kasım’da
TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı talihsiz konuşmayı doğru bulmuyorum. Demokratik açılıma karşı çıkışına da onaylamıyorum. Lâkin, elinizi yüreğinize koyunuz da insafla söyleyiniz;
Öymen, konuşmasında sadece
Çanakkale şehitlerinden ve
Kurtuluş Savaşı’ndan örnekler gösterseydi de,
Dersim İsyanı’ndan hiç söz etmeseydi bu siyasî linçe uğrar mıydı?... Demek ki, düşünülmeden söylenmiş bir lâf,
siyasetçiyi çok zor duruma düşürebiliyor.
Onur Öymen’i Büyükelçiliğinden beri tanırım. Kabiliyetli, bilgili ve çalışkan bir diplomat idi. Hariciyede sosyal demokratlığıyla bilinirdi. Zaman zaman TV ekranlarında karşı karşıya geldik. CHP’yi ve liderini cansiperâne şekilde savunduğunu gördüm. Öymen’in siyasî görüşlerine genellikle iştirak etmiyorum
ama bir siyaset adamının kasıtlı olmadan söylediği bir söz için bu şekilde yıpratılmasını da doğru bulmuyorum. Kaldı ki Öymen’in, Alevîler ve
Kürtler için olumsuz düşünceler taşıdığını da hiç sanmıyorum.
***
Dersim Olayı’na gelince, isyancıların üzerine gidilirken orantısız güç kullanıldığı ve âdeta
katliam ölçeğinde kanlı bir tenkil harekâtı yapıldığı bir gerçektir.
Dersim bölgesinde daha önce de Alevî Zaza aşiretlerinin isyanları olmuş;
Koçgiri İsyanı 1921’de
Merkez Ordusu tarafından tenkil edilmiştir. Otorite ve nüfuzunun kırılacağından endişeye düşen Seyyid Rıza ile Kürtçü Hoybun cemiyetinin faaliyetlerinin yanında,
Ermeni Bogos ve Nuri Dersîmi 1933-1934 yılları arasında halkı devlete karşı isyana
teşvik etmişlerdir. Olaylar 1937 ve 1938 yılları boyunca devam etmiş; bir ara isyana katılanların sayısı 30 bin civarına yaklaşmıştır.
Görüldüğü gibi, Dersim İsyanı,
Tunceli havalisindeki birçok vatandaşımızın iştirak ettirildiği önemli bir isyandır. Devletin bu isyanı bastırması elbette zorunluluktur. Lâkin bu yapılırken, binlerce kişinin öldürülmesi, isyancıların hava bombardımanına tâbi tutulması, zehirli gaz kullanılması ve isyancılarla
sivil halkın ayırt edilmemesi, ortaya ne yazık ki bir katliam tablosu çıkarmıştır.
***
Dedik ya, Öymen’in sözünü kasıtlı olmayan, talihsiz bir ifade olarak kabul ediyoruz.
Lâkin bu meselede asıl vahim olan, Öymen’in ve onun gibi düşünenlerin faturayı
Atatürk’e çıkarmaya çalışmalarıdır. Öymen, kendisiyle yapılan bir röportajda aynen şöyle söylüyor: “Ben mi bastırdım Dersim isyanını? O zaman Atatürk niye böyle davrandı? Celâl Bayar Başbakan’dı, Fevzi Çakmak da
Genelkurmay Başkanı. Onlar da mı faşistti?...”
CHP’nin işi gerçekten zor... Bir yandan Atatürk’ün kurucusu olduğu tek parti CHP’sini ve onun icraatlarını savunacaksınız; bir yandan da artık Şeflik Dönemi’nin tek partisi CHP olmadığınızı ve demokratlığınızı iddia edeceksiniz. Bunu hangi akla ve mantığa sığdıracaksınız?...
Tamam, Atatürk millî liderimiz;
devletimizin kurcusu; O’nun ismini millî bir sembol olarak yaşatıyoruz; O’nu çok seviyoruz... Ancak bütün bunlar, O’nun döneminde cereyan eden bütün siyasî olayları ibra etmez ki... 1923 ile 1950 arasında tam 27 yıl boyunca Türkiye’nin rejimi tek parti totalitarizmi olmuş; özellikle 1938’den sonraki Millî Şeflik Dönemi’nde bu totaliter
yönetim ideolojik bürünerek ‘faşizm’ hâline gelmiştir. Her türlü hürriyetin yok edilmesini, Takrir-ı Sükûn Kanunu’yla yapılanları, uydurma İstiklâl Mahkemeleri’nde binlerce kişinin idam edilişini, aşiret isyanlarının kanlı şekilde bastırılmasını nasıl tasvip e
dersiniz?...
Atatürk devrinde yapılan hatâları, ‘Atatürk de faşist miydi?’ diye savunmaya geçerseniz, kendi jakoben tavrınızla O’nun hatırasına kötülük etmiş olursunuz. Bunu yapacağınıza 1938’de dünyanın ve Türkiye’nin şartlarını tahlil ederek yapılan doğruları ve yanlışları birarada gözler önüne sermeniz lâzımdır. Körükörüne haksız savunmalar, savunulanlara da zarar verir. Bu arada, ‘resmî tarih’-‘gerçek tarih’ ikileminde, kendilerine Türk Milleti’ne
iftira atmak için fırsat kollayanlar da haklı çıkmış olurlar.
***
Dersim tartışması bize iki önemli ders veriyor:
1. CHP jakobenizminin skolastik dogmatizmini değiştirmesinin zamanı gelmiştir.
2. Yakın tarihimizin 1923-1950 döneminin yeniden yazılması lâzımdır.
Ömer Lütfi Hak’ka yürüdü
Önceki gün, Türk fikir ve basın hayatı bir
yiğit evlâdını daha kaybetti.
Gazeteci-yazar ve değerli düşünce adamı Ömer Lütfi
Mete kalbine yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Cesur ve sağduyulu yaklaşımıyla olaylara ve konulara farklı bakış açısı getiren ve ardında boşluk bırakan Ömer Lütfi Mete kardeşime Yüce Allah’tan rahmet; ailesine ve sevenlerine
başsağlığı diliyorum. Nûr içinde yatsın, mekânı
cennet olsun.