Demokrasiye
Müdahale Planı ya da diğer ifadesiyle
İrtica ile Mücadele Planı ortaya ilk çıktığında malum; sahte mi gerçek mi tartışmaları almış yürümüştü. Tartışmaların en hararetli günlerinde bu köşede “Sahte olsa ne çıkar, bu plan medyada zaten yıllardır uygulanıyor” demiştim. Çok da orijinal bir fikir değildi ama, kendisini o medyanın yerine koyanlar beklenmedik bir infialle tepki gösterdiler.
En çok da
Hürriyet gazetesi genel yayın
yönetmeni...
22 Haziran’da şunları yazdım:
“Bir an için
imzayı da belgeyi de kenara bırakalım. Planın gerçekliğini anlamak için olayı bir imzaya indirgemeye gerek var mı, diye soralım. Bırakın emir-komutayı, bırakın kriminal süreçleri; plan zaten uygulamadadır...” Ardından da yazıdan planda verilen talimatların nasıl uygulamaya konulduğunun örneklerini verdim. Mayın meselesinden okullardaki dindarlaşma iddialarına, Ergenekon’un sulandırılmasından AK Parti’yi doğrudan
hedef alan haber kampanyalarına kadar bir dizi örnek.
Hürriyet yayın yönetmeni bu yazının ardından 24 Haziran’da “
Albayın planını böyle uyguladık” başlıklı bir yazı yazarak ben ve benim gibi düşünenleri hedef koydu. Öfkesini yenemedi, ardından birkaç yazıyla adres vererek hedefe koydu ve istihza ile şunları söyledi:
“Hürriyet ve başka bazı gazeteler, şu malum Albay
Dursun Çiçek var ya, işte onun hazırladığı planda yazılanların bir bölümünü uygulamaya koymuş. Vallahi billahi benim haberim yoktu. Demek ki, Hürriyet içindeki bir “Derin Hürriyet” bana bile çaktırmadan, bu planın “medya ayağını” hayata geçirmiş... 19 yıllık genel yayın yönetmenliğim süresince, Türk basınında böyle bir dönem görmedim. Bazı arkadaşlarımızı artık tanıyamaz hale geldim.”
Planın sahte olduğuna dair propagandanın arttığı günlerde, 9 Temmuz’daki yazısında ise daha büyük bir keyifle şunları söylüyordu:
“Aslı ortaya konmamış, hálá konamamış, gerçek olup olmadığı tartışmalı bazı belgeler, sindirme aracı olarak
kullanılıyor.”
Sonra daha da ileri giderek, ülkenin demokrat, ahlaklı, ilkeli ve cesur gazetecilerini “Bugünün dokunulmazları” diye çerçeve içine alıp, şartlar değiştiğinde bugünlerin hesabının sorulacağı imalarını içeren satırlara da yer verdi...
Şimdi,
Genelkurmay Başkanlığı
karargahında hazırlanan ve dün TSK açıklamasında yalanlanmayan planların içinde, medyanın ısmarlama kamuoyu yaratmak için nasıl yönlendirildiğini gösteren belgeler ortaya çıktı. Bunlar, çok gerilerde, 28 Şubat’larda kaldığını zannetme saflığına düştüğümüz, “
yandaş medya”cılığın utanç belgeleridir.
Oysa zaman geçmiş ama yöntemler değişmemiş. Karargahta ne planlanmışsa gazetelerde ve televizyonlarda satır satır yayınlanmış.
Dindarları, cemaatleri,
sivil toplum örgütlerini hedef alan, AK Parti’yi yıpratmak için akla hayale gelmeyen tuzaklar kuran haberlerin hangi gazetelerde yayınlandığını, hangi kanallarda haberleştirildiğini şimdi görüyoruz. O haberlerin hangi davaların dosyasına girdiğini herkes biliyor.
Bu kadarı yeter... Malum medyadaki haberleri, yorumları listelemiyoruz. Ama ortada Türk medyası için tarihi önemde bir büyük problem bulunmaktadır.
Demokrasiye Müdahale Belgesi,
ıslak imza, Lahikalar, vs... Ülkenin gündemindeki en önemli olaylar karşısında gösterilen bu korumacı ve örtbas edici, sulandırıcı tavrın adı gazetecilik olabilir mi? Bu faaliyete gazetecilik denilebilir mi? O günlerde, yayın yönetmeninin hedefe koyduğu gazeteler, “Onları artık tanıyamıyorum” dediği gazeteciler gerçekleri yazmasaydı, haberi ısrarla takip etmeseydi kamuoyu gerçekleri öğrenebilir miydi?
Şimdi... Bir açıklama isteme hakkımız var. Bunu, muhatabını suçüstü yakalamış olmanın keyfiyle söylemiyorum.
Arda arda öfkeli yazılarda hedefe konulmuş, yaptığı gazetecilik “yandaş” yaftasıyla değersizleştirilmeye çalışılmış biri olarak bu açıklamayı istiyorum.
Karargah belgesiyle yayınlar arasındaki ilişki açıklanmak zorundadır. Bir şey daha söyleyeyim... İnsanlık halidir, yöneticiler de bazen ipin ucunu kaçırabilirler, ne olup bittiğini farketmeyebilirler. O yüzden, “ Demek ki, Hürriyet içindeki bir “Derin Hürriyet” bana bile çaktırmadan, bu planın “medya ayağını” hayata geçirmiş” cümlesini bile açıklama olarak kabul edeceğim. Ve eğer öyleyse nerede “derin” yapı varsa onlarla mücadele için beraber saf tutacağım. Ve eğer yanlışla doğruyu, suçluyla masumu, yönlendirmeyle haberciliği ayırt edebileceksek bundan da kaçmayacağım.