Derin boşluğun bürokratik yüzü


Yanılmıyorsam sene 1997. Turan Oflazoğlu'nun ameliyat geçirdiğini duyarak Kültür-Sanat servisinde çalışan birkaç kişi Hoca'yı ziyarete gittik. Tarihi, Türk tiyatrosuna taşıyan Oflazoğlu'na bir vefa borcuydu bizimkisi. Ziyaret sırasında söz geldi yine tiyatroya, tarihe, milli kültüre dayandı. Ben de merak ettiğim bir soruyu yöneltme fırsatı bularak "Hocam, Şehir Tiyatroları'nın repartuarında sizin kaleme aldığınız Cem Sultan'ın da sahneleneceği görülüyor. Ancak sezon ilerledi, oyun ortada yok." dedim. Turan Bey'in söyledikleri hâlâ kulaklarımda yankılanır. Meğer Hoca da merak etmiş Cem Sultan'ın niçin sahnelenmediğini ve o günkü yetkililere sormuş durumu. Aldığı cevap ilginç: "Sormayın efendim. Sizin oyunun en önemli oyuncusu bir kaza geçirdi ve ayağını kırdı. Bu nedenle bu sezon sahnelememiz mümkün değil." Yapılacak bir şey olmadığını düşünen yazar, karşısındaki yetkiliyi teselli etmiş. Ne var ki kısa bir süre sonra gittiği bir tiyatro oyununda ayağı kırıldığı söylenen oyuncuyu hoplayıp zıplarken görünce şoke olmuş. En üst düzey yetkiliye üzüntüsünü ve sitemini dile getirince apar topar Cem Sultan kendini sahnede bulmuş. Çok da güzel bir oyun olduğu halde bu eserin başına gelen aslında tipik ve ibret alınacak bir hadisedir. Ne ilginç bir tesadüftür ki (!) ne zaman Devlet Tiyatroları, repertuarına Necip Fazıl alsa ya bir oyuncunun 'ayağı kırıldı' veya 'uzun süreli hasta' oldular, yatağa düştüler... TEK KANATLI KÜLTÜR SANAT UÇAMAZ! Maalesef bu ülkede kültür-sanat tek kanatlı çırpınan bir kartal gibidir. Uçamıyor; uçamaz da. Çünkü dünyaya sürekli bir pencereden bakıyor. Mevcut haliyle halkla barışması, milletle bütünleşmesi, hayatın tabii seyri içinde sanata dair işlevini yerine getirmesi mümkün değil. Fazla "solcu", bir hayli "tutucu", gereğinden fazla "ideolojik". Peki bu durumun asıl sorumlusu sadece "solcular" mı? Evet deyip kestirip atmak işin kolaycılığına kaçmak anlamına gelir. Bal tutan parmağını yalar demiş atalarımız. "Sol" kültür-sanat alanında erken kalkıp çok mesafe almış. "Sağ" ise gecikmiş olmanın telaşıyla yeni bir şey üretme yerine üretilenin üzerinde düşünmeye çabalamış. Genelde böyle olmuş; istisnaî çalışmalar da saç saça baş başa yapılan kavgaların arasından sıyrılamamış bir türlü. "Sağ cenah"taki derin boşluğun çok sebebi var. Bu sorumluluğu sanatçıya bakan yönü, o sanatçının hitap ettiği kitlenin ilgisizliği, sanata destek vermesi gereken sermaye sahibinin başka konulara odaklanması gibi konulara önceki yazımda değinmiştim. Geriye dönmeye gerek yok. Kültür-sanat alanındaki talebin azlığı ile seviyeli eser vermek için gösterilen gayretin yetersizliğine tekrar dönüp ah u vah etmenin kimseye bir faydası da olamaz. Umarım yeni kuşaklar milli kültürden de beslenen eserlere imza atacak, insanlar bu eserleri talep edecek, elinde imkân olanlar da bu çalışmalara destek verecek... Bu yazıda esas üzerinde durmak istediğim başka bir acı gerçek: Kültür-sanat alanındaki "sağ" iktidarların yeterli bürokrat yetiştirememesi ve bundan yararlanan "sol"un etten duvar örerek adeta bir getto oluşturması. Bu ülkede (özellikle tiyatro, sinema gibi görsel sanatlarda) kültür-sanatın sağ kanadı kırık. Bu nedenle de kanatlanamıyor sanat. O yüzden milletle bütünleşemiyor. Bunun bir sebebi de "sağ iktidarlar"ın hem kültür politikası geliştirememesi, hem de bir yol haritası çıkarmaya muktedir bürokrat kadro oluşturamamasıdır. SAĞDA BİRİKİMLİ BÜROKRAT MI YOK? Konu nazik, mesele hassas. Zülfü yâre dokunan yanı da var; zülfü ağyara dokunan yanı da. Olsun zaten sağcılığı da solculuğu da genel geçer ifade olarak kullanıyorum. Yoksa herkesin malumu ki ne bizdeki sağcılık dünyadaki sağcılığa tekabül ediyor; ne de bizdeki solculuk dünyadaki solculuğa. Üstelik bu yazıyla sağcılık da yapmıyorum. Demek istediğim şey çok basit: Kültür-sanat alanında öteden beri 'solcu' diye bilinen çevreler tek yönlü; dolayısıyla da dar çerçeveli bir kitleyle "al gülüm ver gülüm" mesabesinde işler yapıyor. Bu kalıbı kırmak, tutsak edilmiş ilhamlara kapılar aralamak gerekiyor. Bunu yaparken meselenin künhüne vâkıf bürokratlara da ihtiyaç duyuluyor. Lakin heyhat! Sağdaki bürokratın hâlâ altyapı eksikliği var. Keşke o kadarla kalsa; bir de 'sağcılar'ın neredeyse tamamında hâlâ cesaret sorunu var maalesef. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi çok önemli bir tecrübeyi işaretliyor mesela. Tayyip Erdoğan'ın Kültür Daire Başkanı Şenol Demiröz'dü. "Sol"u küstürmeden "sağ"dan da bir şeyler katmayı denedi. Belli bir oranda başarılı olmuştu. Aynı kişinin TRT'de bütün sermayesini tüketmesi büyük bir hayal kırıklığıdır ve sebebi hâlâ anlaşılamamıştır. Neyse... Tayyip Bey'in belediye başkanı olmasının üzerinden 15 yıl geçti; acaba çok seslilik Şehir Tiyatroları'na misafir olabildi mi? Olmadıysa bunu sadece tiyatro dünyasının kadim takıntısı "solculuk"a havale etmek doğru mu? Haydi İstanbul kendine mahsus problemler yaşıyor; ya diğer belediyeler? Hangisinde profesyonel bir 'çok seslilik' planlaması yapılabiliyor? İyi niyetli gayretleri görmezden gelmek haksızlık olur şüphesiz; ancak alınan mesafenin az olduğunu görmek şart. Daha geniş dairede düşünelim dilerseniz. Bu ülkede Kültür-Turizm Bakanlığı var. Adı bile komik geliyor insana. Zira, ülke ekonomisinin önemli bir yekununu teşkil eden "turizm", "kültür"ü boğuyor. AK Parti hükümetinin en az eleştirilen yönü Kültür-Turizm Bakanlığı'dır; ancak en çok eleştirilmesi gereken de burasıdır. "Bu hükümetin kültür politikası nedir?" sorusu, "Bunca yıldır iktidar olmuş sağcı/muhafazakar hükümetlerin kültür politikası var mıydı ki!" sorusunu da gündeme getiriyor. "Devletin bir bakanlığı gelsin, kültür-sanatı yoğursun" demiyorum; ancak böyle bir bakanlık varsa bu bakanlığın "milli kültür"e nasıl bir katkı sağladığının; sağlayamıyorsa birtakım sıkıntılar yaşandığının görülmesini diliyorum. Devlet eliyle belli bir kültür politikasının dayatılması yanlış olur; lakin her ülkenin asgari düzeyde bir kültür çerçevesi çizdiği, bir yol haritası takip ettiği de ortada. Buyurun; 2010 İstanbul Kültür Başkenti Projesi'ne bir göz atın. Bir ajans kuruluyor bu iş için; başına kültür ve sanata vâkıf bürokrat bulunamıyor. Önceki başkan Nuri Çolakoğlu'ydu. Nuri Bey deneyimli bir televizyoncu; buna rağmen yürümedi. İşlerin kördüğüm olduğu görüldü. Onun yerine gelen isim sanayici; genel sekreterlik görevi yapanlar müfettiş kökenli. Tabii ki değerli insanlardır bu kişiler; ancak kültür-sanatın içinden yoğrulup gelmiş hiç mi isim bulunamıyor? Neyse ki başkan yardımcısı Prof. Ahmet Emre Bilgili (aynı zamanda İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü) bu konulara vâkıf bir insan. Yürütme Kurulu da bu tarz isimlerden oluşturulabilse belki çok önemli icraatlar konacak ortaya; ancak 'mümeyyiz vasıfları haiz' bürokrat sıkıntısı gözleniyor DEVLET TİYATROLARI TEK KANATLI! Devlet Tiyatroları'ndaki manzara tek kanatlı kültür-sanatın resmini yeterince çiziyor aslında. Sözü çok uzatmamak için sembol iki isim üzerinden meseleyi örneklendireyim bari: Necip Fazıl-Nazım Hikmet. Devlet Tiyatroları Necip Fazıl'a kapalı. Devlet Tiyatroları'nın kendi sitesine göre "Üstat"ın Para'sı 2005'te kabul edilmiş; hâlâ sahnelenmemiş. Reis Bey 1989'da kabul edilmiş; hâlâ sahnelenmemiş, Tohum 1983'te kabul edilmiş; hâlâ sahnelenmemiş. Yani Necip Fazıl'a ait hiçbir eser sahnelenmemiş. Tek bir istisnası var: Bir Adam Yaratmak. O da 1993'te sahnelenmiş. Fazıl'ın Devlet Tiyatrosu'ndaki yeri bu. Nazım Hikmet'in oyunlarına da bakalım. "Şu 1941 Yılında" adlı oyun 2008'de oynanmış, Tartuf 2000'de oynanmış, Yolcu 1998'den 2006'ya kadar oynanmış, Yusuf ile Menofis 2001'den 2008'e kadar oynanmış, Bir Ölü Evi ve Bu Bir Rüyadır 2001'de oynanmış, Ferhat ile Şirin 1993'ten 1999'a kadar beş sezon oynanmış; sonra 2002'de tekrar kabul edilip 2005'ten 2008'e kadar oynanmış, Sevdalı Bulut 2001'de oynanmış; 2005-2006'da yine oynanmış... Devlet Tiyatroları AK Parti iktidarında adeta vecd ve istiğrak halinde Nazım'a yönelmiş; Fazıl'ı unutmuş. Necip Fazıl-Nazım Hikmet kıyaslaması sadece sembol iki isim üzerinden somut örnek vermek içindir. Mesele gayet açıktır. Devlet Tiyatroları da Şehir Tiyatroları da çok sesli bir dünya sunamıyor insanımıza. Bunun bir sebebi yetkili kişilerin ideolojik yaklaşımıysa; diğer sebebi de "sağ cenah"ta göze batan derin boşluktur. Bu boşluk doğru tespit edilmedikçe asla doldurulamaz. "Sağ"daki sanatçı bir yandan kendini ifade edecek gerçek sanat eserlerine yönelecek; diğer yandan da bu çırpınışları her katmandan insanlar samimi bir şekilde destekleyecek. Bu arada hem cesur hem de kültür-sanatı bilen bürokratlar yetişip meselenin 'turistik' sarhoşluğundan sıyrılacak ki kültür-sanattaki derin boşluk tabii bir onarım ve inşa hareketiyle doldurulabilsin. Çok mu zor bunu yapmak? Hayır. Yeter ki ideolojik takıntıların küçük hesaplarıyla patinaj yapmaktan vazgeçilsin ve gözlerimiz yeni bir medeniyetin ufkuna odaklanabilsin...
<< Önceki Haber Derin boşluğun bürokratik yüzü Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER