İrticayla Mücadele
Eylem Planı, başlıklı belgede ıslak imzası bulunduğu öne sürülen Deniz Kurmay
Albay Dursun Çiçek, mahkemece çarşamba akşamüstü saat 18.00’da tutuklandı!
Biliyorsunuz, daha önce de 18 saat
tutuklu kalmış, sonradan
delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılmıştı.
Şimdi, Albay Çiçek, gitmeden önce, eşine dostuna iki, uzun mu uzun
mesaj yollamış, internet üzerinden.
Bunlardan birinin başlığı şöyle: “
Kamu vicdanı başsavcılığına. Şikayet eden: Türk Milleti. Sanık: Yargıya
baskı uygulayan siviller, siyasiler. “
Her şeyden önce, Albay Çiçek kendini Türk milleti yerine koyuyor ya da Türk milleti adına konuşma ve yakınma hakkı buluyor kendinde. Ardından da ‘suçlu’ olarak kimi siyasileri ve basını gösteriyor.
Bu iş yargıya gittiği için, üzerinde daha fazla durmanın bi anlamı yok. Ancak, Albay’ın kendini savunacağı yer mahkemedir, internet değil!
Adli Tıp Kurumu ki eleştirilecek çok yanı vardır, raporun altındaki imzayı inceleyip kararını bildiriyor. Ve Albay tutuklanıyor. Ama Türk milletine de şikayet dilekçesini yolluyor gider ayak!
Gelelim ikinci mesajına!
Bunun başlığı da şöyle: Hukuk ve
adalet olmadan
demokrasi olmaz.”
Doğrudur. Doğru olmasına da bir siyasi partiyi ‘bitirme’
eylem planı hazırlamak hangi demokrasi kitabında yazıyor? Bu parti ister
AK Parti olsun, ister
CHP, ister MHP ister
Türkiye Komünist Partisi, ya da BBP! Siyasi partilerden birini ‘bitirmenin’ yolu sadece ve sadece sandıktan geçer
arkadaş! Milletin oylarıyla
iktidar da mu
halefet de belirlenir.
Eğer Albay Çiçek böyle bir raporu gerçekten hazırlamışsa, zor kullanarak bir siyasi partiyi ‘bitirmek amacıyla düğmeye nasıl basılacağınının ana planını yapmışsa’ bunun hesabını verecektir! Yok böyle bir şey yapmamışsa, zaten aklanacaktır.
Bakınız, bu tür raporlar, geçen gün de, dün de, bu gün de, yarın da hazırlanmıştır ve hazırlanacaktır. Çünkü hâlâ sandıkta yenilen, silahta arıyor umudu bu ülkede; bu alışkanlıktan bir türlü kurtulamıyor ve gerçek anlamda demokrasiyi içine sindiremiyor kimi çevreler! Ama artık, devletin dışında başka güç odaklarının varlığına izin veremeyiz. Milletin oylarıyla kim iktidara gelmişse, o yönetir ülkeyi. Ve gidecekse de gene milletin oylarıyla gider.
Bu iş bu kadar basit. Alın bir ‘Yuırttaşlık Bilgisi’ kitabı ve okuyun birader!!
Bedelli askerlik üzerine
Her Allah’ın günü, inanın yüzün üzerinde e-
posta geliyor Türkiye’nin dört bir yanından
bedelli askerlikle ilgili. Bunlardan bi tanesine bi göz atın istedim:
“Bedelli askerlik bekleyen yüzbinlerce kişi adına size yazıyorum Aziz Bey. Lütfen bize yardımcı olun! Bizler askerlikten korkmuyoruz. Bizler askerlikten kaçmıyoruz. Bizler askerlik yapmayalım demiyoruz. Bizler sanıldığı gibi zengin çocukları da değiliz.
“Bizler binbir güçlükle eğitimini tamamlamış, iyi kötü bir
iş yeri açmış, ülkesine
vergi öde
yen, yanında adam çalıştıran, belirli bir yaşa gelmiş insanlarız. Bizler, bu saatten sonra askere gi
dersek, ülkeye faydamızdan çok zararımız dokunur. İşyerimiz kapanır, çalışanlarımız işsiz kalır. “Tek amacımız bir bedel ödeyip, vatani görevimizi yerine
getirmektir.
Lütfen bu konuyu gündeme
getirin.
Saygılarımla—Erdoğan
Oğuz ve 189 arkadaşı”
Şimdi, her gün bu kadar çok insan,
bu konuyu gündeme getiriyorsa, en azından
bedelli askerlik yasasını, profesyonel ordu kavramlarını bi kez daha masaya yatırıp incelemekte yarar var. Ben zamanında,18 ay askerlik yaptım diye, bu insanlar da gidip şu kadar ay askerlik yapsın diyemiyorum. Eğer üç kişiye bile ekmek sağlayan bi teknesi varsa, bedelini ödeyip, kısa bir temel eğitim sonucu askerlik
görevini yapmış sayılmalı. Hele işsizliğin böylesine
her geçen gün arttığı bir ortamda, iş yaratan
insanların sorunlarına eğilmek herkesin
görevi bence.
Demokrasinin ekonomiyle ilgisi yok mu?
“Demokrasinin ekonomiyle ilgisi olmadığını yazan bazı saf tipler var” demiş
Başbakan.
Şimdi, bunu yazanlar saf değil, bilgisiz ya da en azından bizim yakın tarihimizden hiç ders almamış.
Türkiye’de yapılan üç
darbenin de kökeninde ekonominin allak bullak olması, devalüasyon ve kara borsa yatar.
Önce 27
Mayıs 1960’a bakalım. Bu darbeden önce,
4
Ağustos 1958’de , TL’nin değeri tam yüzde 220 oranında düşürülmüş; bir dolar 9 liraya çıkarılmıştır. Konu
Yassıada Mahkemelerinde de dile getirilmiş,dönemin maliye bakanı
Hasan Polatkan çok ağır bir biçimde ‘ Ekonomiyi bozmak, çarklarına çomak sokmakla’ suçlanmıştır.
Bundan sonra 12
Mart 1971 darbesine bakalım. Bu
darbeden hemen önce, 10 Ağustos 1970’de, Türk parası yüzde 70 oranında değer yitirmiş, dolar 15 liraya fırlamış ve hemen ardından
12 Mart muhtırası kapıyı çalmıştır.
Ve 12
Eylül 1980. Bu darbede de ekonominin rolü çok büyüktür. Özellikle de tarihe “24 Ocak Kararları” adıyla geçen, ilk aşamada doların değerini yüzde 33 düşüren önlemler dizini,
12 Eylül yönetimince çok eleştirilmişse de, darbeden hemen sonra, 24 Ocak Kararlarının mimarı, Turgut
Özal, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olmuştur.
Bu üç
küçük örmek bile ekonomiyle demokrasinin nasıl iç içe yaşadığını göstermeye yeter sanıyorum. Daha çok örnek vardır ama ekonomisi sağlam, gelişen, halkı rahat, huzurlu bi ülkede, darbe yapmak için gerekçe bulamazsınız her şeyden önce!
SPOR SPİKERİNİN HASI!
“Sayın Seyirciler...
Şeref tribünü birbirine girdi... Şişman... böyle dev anası gibi bir kadın geldi... Hiç bi yere sığamadı... Ön sıraya kocaman bi
koltuk getirdiler. Kim bu şişko yahu? Haaa... Çok özür dilerim efendim,
Hollanda Kraliçesi’ymiş gelen... Affedersiniz..” (Italya-Hollanda Milli Maçını,
İtalyan radyosundan anlatan Paolo Dinardi)