Sevgili
Yavuz Donat’ın kitabı elimde. “Cumhuriyet’in Kara Kutusu, Süleyman
Demirel anlatıyor.” Bazı satırların altını çiziyorum:
“Demirel’in yasaklı dönemiydi...
Bir gün bir şey sorduk:
- Efendim... 12
Eylül gecesi... İhtilal olunca Nazmiye Hanım’ın size “Demirel, teslim olma... Direnişe geç!” dediği doğru mu?
Demirel doğru demedi.
Ama yanlış da demedi.
Sadece şöyle konuştu:
- Kime karşı direneceğim?.. Kendi askerime karşı mı?.. Neyle direneceğim?.. Kendi askerime karşı benim bir askeri gücüm mü var?.. Siyaset uzun soluklu bir iştir. O an düşündüğüm şey şuydu... Bu işin ne zaman normalleşmeye döneceği...” (s. 39)
Demirel böyle diyor Yavuz’a.
* * *
27 Mayıs’ın acısını çekmiş Demirel... 12
Mart’ta
darbeyi yiyerek iktidardan devrilmiş... Eleştirilmiş bazı çevrelerde, “Şapkayı alıp kaçtı!” diye...
Sonra
12 Eylül’de bir darbe daha. Askeri darbe haberi Güniz Sokağa ulaştığında Nazmiye Hanımefendi, “Demirel, teslim olma, direnişe geç!” dedi mi, demedi?
Bilemiyorum.
Ama Demirel direnmedi.
Başkan Allende‘yi anımsıyorum. 1973 yılı Eylül ayında General Pinochet Darbesi yapıldığında, Başkanlık Sarayı’nda elinde
silah ölene kadar direnmişti.
Yunanistan’ı hatırlıyorum.
1967’de iktidara el koyan Albaylar Cuntası’nın tüm liderleri 1974 sonrası hapsi boylamışlardı. Yunan Anayasası,
demokrasiye uygun olarak yeni baştan yazılmıştı. Askerin seçimle gelen
sivil otoriteye bağlılığı yalnız kâğıt üstüne yazılmamış, aynı zamanda kurumsallaştırılmıştı. Geçen yaz Albaylar Cuntası’nın son
darbeci generali yaş ve hastalık dolayısıyla hapishaneden salınırken, açık bir mektupla Yunan parlamentosundan bir kez daha özür dilemek zorunda bırakılmıştı.
Arjantin’i anımsıyorum.
1970’lerin darbecilerinden
hesap soruldu Arjantin’de. Hatta darbeciler şu günlerde yine yargı önünde.
Çünkü bazı cuntacı generallerin yakın geçmişte affedilmesine ilişkin karar yüksek
mahkeme tarafından iptal edildi.
Bizde bunlar oldu mu?
Hiç biri olmadı.
Direnen lider çıkmadı.
Ne 27 Mayıs’ta, ne
12 Mart’ta, ne de 12 Eylül’de.
Bunlara Demirel’in de içinde Cumhurbaşkanı olarak rol almış olduğu 28
Şubat post-
modern darbesini de ekleyebilirsiniz elbette...
12 Mart 1971’de kendisini bir muhtırayla iktidardan deviren darbeci generallerin hükümetine
destek veren de Demirel’di.
O darbecilerin otoriter anayasasına destek veren de Demirel’di.
O darbecilerin idam sehpasına gönderdiği
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın
ölüm cezasını parlamentoda onaylayan da Demirel’di.
12 Mart darbecilerinin mahkemelerinde bu idam cezalarını veren yargıçları ve Ziverbey Köşkü işkencehanesinden sorumlu
paşaları partisinden milletvekili yapan da Demirel’di.
Bakın, ben de 12 Mart yıllarında ‘taraf’tım. Demirel’i devirmeye uğraşan ‘cuntacı bir tarafta’ydım.
Ama sonra özeleştirimi yaptım.
Hatalarımı kitapta yazdım.
Demokrasi tarafına döndüm.
Ya siz?..
Bizde ne yazık ki cuntacılardan hesap sorulmadı.
12 Eylül Anayasası’nın geçici 15. maddesi hâlâ
yerli yerinde duruyor. 12 Eylül askeri yönetiminin bütün icraatı, karar ve uygulamaları hakkında bugün bile herhangi bir
dava açmak mümkün değildir.
Kaç yıl geçti aradan. 12 Eylül’ün darbesini yemiş bütün liderler
teker teker başbakan da oldular, Cumhurbaşkanı da.
Demirel, Ecevit,
Erbakan...
Ama anlaşılan o ki, hiç kimsenin aklına geçici 15.madde gelmedi bile.
12 Eylül Anayasası’nın o kadar maddesi değiştirildi, ama buna el sürülmedi.
* * *
Yavuz Donat’ın kitabındaki şu satırlar da ilginç:
“Demirel’e 12 Eylül sürecinde sorduk:
- Kenan Paşa parti kurar mı?
Demirel:
-
Hayır, o hatayı yapmaz.
- Ya yaparsa...
- Siyasetçi Kenan
Evren çok tartışılır. Ve bu tartışmaların altından kalkamaz. Öyle bir laf ederiz ki...
- Mesela?
- Sorarım... 13 Eylül günü duran kan,
11 Eylül günü neden akıyordu?.. Siz 11 Eylül 1980 tarihinde
Antalya Tapu Müdürü mü idiniz?..” (s. 44)
Süleyman Demirel böyle diyor Yavuz Donat’a.
* * *
Demirel’den çok ağır bir
suçlama bu.
Devrin
Genelkurmay Başkanı’na Evren’e diyor ki, darbe yapmak için kan akmasına göz yumdunuz. Demek istiyor ki, durdurabileceğiniz kanı, darbe yapmak için durdurmadınız.
Bundan daha ağır ne olabilir ki? Ama bunun hesabını sormuyor Demirel.
Başbakan oluyor 1991’de. Cumhurbaşkanı oluyor 1993’te. Hesap sormuyor!
Evren, parti kurup aktif
siyasete soyunmadığı için sormamış oluyor. Evren,
Genelkurmay Başkanı. Evren, darbe lideri. Evren, Cumhurbaşkanı.
Parti kurmasa ne olacak ki?
Evren, siyasetin daniskasını yapmış. Türkiye’yi bazı açılardan bugün hâlâ cenderesinde tutan otoriter bir sistemin kurucusudur.
Ama Demirel, ne demokrasinin kolunu kanadını kıran bütün bu düzenlemelerin, ne de ‘akan kan’ın hesabını soruyor Evren’den...
Peki, ne yapıyor Demirel?
Kendisi Cumhurbaşkanı olunca
Kenan Evren’i
Çankaya Köşkü’ne davet edip ağırlıyor.
Lafı uzatmak yersiz.
Demirel’in, Başbakan Erdoğan’a
yanıtı, daha doğrusu Erdoğan’ın “Bir
askeri müdahale halinde ben şapkamı alıp gitmem, gereğini yaparım, müdahaleyi yapanları emekliye sevkederim” sözüne, dünkü Milliyet’in manşetinde, sevgili Güneri Cıvaoğlu’nun köşesinden verdiği yanıt inandırıcılıktan uzak...
DİP NOT
Bu yazının büyük bir bölümü, bu köşede çıkan 27
Aralık 2005 tarihli yazımdan alıntıdır. HC