Kitap fuarına gitmedim... Upuzun yolculuğu göze alamadım. Benim gibi kalık ruhlar için
Edirne yahut Kırklareli’ne gitmek gibi bir şey... Ne gereği var durup dururken!
Metropolün göbeğinde olsaydı koşar mıydım?
Koşmazdım.
Bu kez uzaklıktan değil, kalabalıktan yakınırdım. İnsanoğlu nankördür...
Kaldı ki, ihtiyacım olan kitapları daha yüksek indirimle, insanların birbirini çiğnemediği mekânlarda zaten edinebiliyorum, ne diye “huzurumu” bozacağım!
İkincisi...
Hoşlanmıyorum bu tür toplumsallıklardan... Hiçbir zaman da hoşlanmadım. Panayır görüntüsü canımı sıkıyor... İmza kuyrukları “irrite” ediyor... Masa başında “müşteri” bekleyen ve gelenin geçenin gözüne
bakan muharririn tayfası içimi acıtıyor. Üzülüyorum.
Üçüncüsü...
Şaşırmak istemiyorum.
Ezkaza, Cumartesi günü orada bulunsaydım ve değerli “Çılgın Türk”
Turgut Özakman’ı o halde görseydim ne yapardım? Bir “çılgınlığa” kalkışır mıydım?
Kalkışırdım herhalde...
Turgut Bey, zahmet etmiş, taa Ankara’lardan kalkıp
Balkan Yarımadası’na kitap
imzalamaya, okurlarıyla sohbet etmeye gelmiş.
Hakikaten zahmet etmiş...
Dün bir internet sitesinde fotoğraflarını gördüm. Gerçek mi diye baktım...
İnanamadım, bir daha baktım...
İnanamadım, bir daha...
Evet, dibine kadar gerçek... Telefon kulübesini andıran cam fanusun içindeki kişi, yazar Turgut Özakman... Yüzünde, sadece gözlerini açıkta bırakan beyaz bir
maske var... Ellerde sterilize eldivenler...
Fanusun üzerindeki tabelada “Turgut Özakman” yazıyor.
Karıştırmayalım, başka yazarlara meyletmeyelim diye yazmışlar herhalde.
Değerli ve gözümüz gibi sakınmamız gereken Turgut Bey, cam kulübenin içinde oturuyor...
Kulübenin önünde kalabalık bir okur kitlesi var. Ellerinde, yazarlarının son numarası olan “
Cumhuriyet” kitabı... Kitap imzalatmak, “laik cumhuriyet düşüncesinin yaşayan en büyük temsilcisi” olan yazarlarıyla söyleşmek için bekliyorlar ama...
Yazar “söyleşmeye” pek istekli değil.
İstikrahla oturuyor cam fanusun içinde, istikrahla bakınıyor...
Kimseyle birebir temas kurmuyor.
Hiçbir okurunu “görüş alanı” içine sokmuyor.
Bir cumhuriyet yazarı değil, adeta “monarşik” bir varlık...
İmzalanacak kitabı, “vezne deliği” süsü verilmiş boşluktan, yine kendisi gibi maskeli korumasından alıyor, ıslak imzasını kondurduktan sonra aynı vezne boşluğundan korumasına uzatıyor. Koruması da okurlarına iletiyor...
İnanamadınız değil mi?
İnanın.
Bu bir imza etkinliği...
Gayet steril, “mikroplardan arınmış”, tertemiz bir imza etkinliği...
Gözümüz gibi sakınmamız gereken Turgut Özakman’ımız, böylece
domuz gribi mikroplarından korunmuş, daha “faydalı” eserler vermek üzere ömrüne ömür katmış oluyor...
Güzel, değil mi?
Güzel ama, ben Turgut Özakman okuru olsaydım üzülürdüm. Bu kılıkla insanların karşısına çıktığı ve “hepiniz mikropsunuz” demeye getirdiği için de fena halde içerlerdim. Gider,
Yekta Güngör Özden okuru olurdum...
Vural Savaş okuru olurdum...
Bedri Baykam okuru olurdum...
Böyle diyorum ama, önyargılı olmak istemem. Belki de insanlardan gizlediği bir rahatsızlığı vardır...
Bilmiyorum...
Bir rahatsızlığı varsa geçmiş olsun ve
Allah şifalar versin...
Bir rahatsızlığı yoksa yine geçmiş olsun... İlaveten de Allah
akıl fikir versin...